Üstad Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’un işgali üzerine, sömürgecilik siyasetine ve bazı entrikalara karşı, “Hutuvât-ı Sitte” isimli eseri yazdı. Bunun üzerine kendisini Ankara’ya davet ettiler. Gidince Mebusan Meclisinde alkışlarla karşılandı. Fakat ümit ettiği çevreyi bulamadı. Hacı Bayram Camii civarında ikamet etmeye başladı. Millet Meclisinde dine karşı gördüğü lakaytlık, onu çok üzdü. Halbuki ilk Meclis açıldığı zaman % 90 ulemadan meydana geldiği için içerisi papatyalar gibi beyaz sarıklılarla doluydu. Yüzde on organizeli sinsi bir nifak ve fesat grubu, birlik-beraberlik içinde olmayan % 90 dağınık grubu alt etmiş. Çoğunu devre dışı bırakmış, bazılarını da kendilerine benzetmişti. Artık pek namaz kılan da kalmamıştı. Üstad, 1923’te Meclis-i Meb’usana hitaben bir yazı yazıp mebuslara dağıttı… Şöyle başlıyordu:
Bismillahirrahmanirrahim… Muhakkak ki, namaz müminler üzerine belirli vakitlerde farz kılınmıştır…
Ey İslam mücâhitleri! Ey ehl-i hall-û akid! (Yani, millet adına hüküm ortaya koyan, milletin vekilleri!) Bu fakirin bir meselede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.
Evvela: (İstiklal Harbindeki) şu muzafferiyetteki hârikulâde nimet-i İlahiye bir şükran ister ki, devam etsin, ziyade olsun. Yoksa, nimet şükür görmezse, gider. Madem ki, Kur’an’ı Allah’ın tevfiki (muvaffak kılması) ile düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’an’ın sarih (apaçık) ve kesin emri olan NAMAZ gibi farzlarını da yerine getirmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi, böyle harika şekilde üstünüze gelip devam etsin.
İkincisi: Âlem-i İslamı sevindirdiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin devam etmesi İslâmın şeâirine bağlanıp onları edâ edip icra etmekle olur. Zira, Müslümanlar, İslam hesabına sizi severler.
Üçüncüsü: Bu âlemde, Allah’ın veli kulları hükmünde olan GÂZİ ve ŞEHİTLERE kumandanlık ettiniz. Kur’an’ın kat’i emrine sarılıp uymakla, öteki âlemde de o nurânî gruba yoldaş olmaya çalışmak, sizin gibi himmet sahibi olanların şanıdır. Yoksa burada kumandan iken orada bir neferden nur dilenmeye mecbur kalacaksınız. Bu değersiz dünya, şan ve şerefiyle öyle bir metâ değil ki, sizin gibi insanları doyursun, tatmin etsin ve ana maksat olsun.
Dördüncüsü: Bu İslam milletinin cemaatleri-gerçi namazsız kalsa, günahlara batmış da olsa, yine –başlarındakini dindar görmek ister. (…)
Beşincisi: Peygamberlerin ekseri doğuda, filozofların çoğu batıda gelmesi KADER-İ EZELÎ’nin bir remzi / işaretidir ki, doğuyu ayağa kaldıracak DİN ve KALB’dir, akıl ve felsefe değil. Doğuyu uyandırdınız, fıtratına uygun bir cereyan veriniz. Yoksa, çalışmalarınız ya hebâen / boşu boşuna gider veya muvakkat, sathî kalır.
…………………
Dokuzuncusu: Sizin bu ‘İstiklâl Harbi’ndeki zaferinizi ve yüksek hizmetlerinizi takdir eden ve sizi cân u gönülden seven, bütün müminlerdir ve bilhassa halk tabakasıdır ki, sağlam Müslümanlardır. Sizi ciddi sever ve sizi tutar ve size minnettardırlar, fedâkârlıklarınızı da takdir ederler. Hem uyanmış en büyük ve müthiş bir kuvveti size takdim ederler. Siz dahi, Kur’an’ın emirlerini sım sıkı sarılmakla onlarla birleşip onlara dayanmanız İslamın maslahatı namına zaruridir. Yoksa, İslamiyetten sıyrılıp çıkan, bedbaht, milliyetsiz batı meftunu frenk mukallitlerini, Müslüman halka tercih etmek, İslâmın maslahatına ters olduğundan, Âlem-i İslam, nazarını başka tarafa çevirecek ve başkalarından medet umacak…