Gazetenin 20 Ekim tarihli sayısında yer verilen mağdur kürsüsü yazısında 24 yıllık bir imamın yürek yakan satırları yer alıyor:
Yaşarken meğer ölmüşsün
Allah için, O’nun güzel isimlerinden birisi olan Selâm ismini Yeni Asya ailesine, onlar gibi vicdanlı ve insaflı düşünenlere köprü yapıp; yakınmak niyetiyle değil gerçeklerde belki bir tuğla payımız olur niyetiyle sizlere yazanlar kervanına katılıyorum.
Yaklaşık 24 yıllık imamım. Kısa bir süre hariç görev süremin geriye kalanını hep merkez camilerde yaptım. Kurumum tarafından verilen her görevi şahsî meselelerimin her zaman önünde tuttum ve kusursuz olarak yerine getirmeye çalıştım. Bu hususun kadrinin de bilindiği kanaatindeyim. Talebimiz olmamasına rağmen çok kez ödüllendirildim. Bir kez olsun amirlerimden görevimle ilgili neden ve niçin gibi soruların muhatabı olmadım. Aidiyetimi hiçbir zaman çatısı altında görev yapmış olduğum Diyanet İşleri Bakanlığı’nın dışına taşımadım. Yıllarca camilerde vaaz verdim, hutbe okudum, çeşitli etkinliklerde dinî konuşmalar yaptım. Bu hususla ilgili bir memnuniyetsizliğin muhatabı olmadım. Kurumum tarafından hiçbir sorgulamayla karşılaşmadım. Bu husus çok uzayabilir.
Vatanı için, milleti için üzerine düşen görevi canıyla ödenmesi gereken bir karşılık olursa bunu canına minnet olarak bilen birisi olan ben (bu kelimeyi kullanmaktan çok kaçınırım, ama burada kullandım affola) menfur hain darbe girişiminin ardından bir anda vatanına ihanet etmiş, terörist birisi gibi muamele görmeye ve bir çok masumun katlanmak zorunda kaldığı Rabbinden sabır niyazıyla Fuzuli’nin deyimiyle; “Şeb-i yeldayı müneccim, muvakkıt ne bilir. Müptelâyı gama sor kim geceler kaç saat.” ağırlığında günler ve geceler yaşamaya “Medrese-i Yusufiye” denilen “Rabbim senden başka gerçek dost yok” hakikatini cebr-i lütfi yaşayarak günler, aylar ve bir yıldır gadre katlanmaya çalışıyorum. Daha ne zamana kadar onu da bilmiyorum. Kaderi tenkidin başı örse çarpmak olduğu bilinciyle kimseye derdimizi dökmemeye gayret ettik, ama her şeyi bilen ve görenin huzurunda al kendin oku denir, umuduyla bir dilekçeyle mutlak adaletin sahibine müracaatta bulundum. Sizlerin de mazlûmlara ses olduğunuza şahit olduğum için bu münacatımı sizlerle de paylaşmayı arzu ettim.
ŞİKÂYETNAME
24 yıllık bir imam için mihrap, minber, kürsü ne demektir bilir misin? Bir Cumanın sekteye uğraması akıllara durgunluk verecek bir durum iken 52 haftadır (şimdilik) Cuma namazından mahrum kalmanın ıztırabını anlayabilir misin? 18 yıl görev yaptığı camisi gözünün önünde her vakit okunan ezanın, getirilen kametin sesini işitip mihrabına geçtiği, minberine çıktığı camisine 7 aydır ev hapsinde olmasından dolayı uzaktan bakmanın, annesinin kucağından zorla alınan evlâdın anneye verdiği acıya denk olduğunu anlayabilir misin? Selâ ve ezan seslerini bir hücrede aylarca dinlemenin Cumanın farziyetini üzerinden düşüren hürriyetten mahrum kalmanın sancısını bilir misin? Elindeki tek geçim kaynağı maaşı iken onun da elinden alınması, tek evine tedbir konulması hiçbir geliri olmayan bir eşin üniversitede okumakta olan iki çocuğunun yaşadıkları mahrumiyetin drama denk olduğunu anlayabilir misin? Yıllarca evine gitme rahatlığında hastaneye giderken bir an askerler eşliğinde, eller kelepçeli bir cani gibi, tanıdıkların ezici bakışları altında kendini tanımayacak kadar zihnin alt üst oluşunun ıztırabını bilir misin? Uzaklarda evlâdının babasının tutuklandığı haberiyle baygınlık geçirip hastanede “senin sosyal güvencen yok” muamelesi gördüğünü duyan babanın çaresizlikten nasıl kıvrandığını anlayabilir misin? Eşinin acıdan kıvranırken “hastaneye gidemeyiz” deyişindeki sözlerin çekilen acıyı kaça katladığını, bin başı olsa her birini bu vatan için feda etmeyi cana minnet bilecek 24 yıl imamlık yapmış bir eşte asla tedavisi olmayan kalıcı hasarlar bırakacağını yüreğinde duyabilir misin? Çocuğunun doğduğu, eşiyle evlendiği günü hatırlamayacak kadar zihindeki tahribatın karşıda bıraktığı hüznü anlayabilir misin? Acaba büyük bir sıkıntı var da benden mi saklıyorlar? 15 günde 10 dakikalık telefon hakkımı kimle paylaşsam kısıtlamasını, bir cam arkasında haftada bir kez buğulu gözlerle 10-15 dakika gözyaşlarını tutmak için dudaklarını ısırıp, acısını yutkunmanın ıztırabını nereden bilecek, nereden anlayacaksın? Aynı mahallede arkadaşlık yapmış annemin, “evlâdım” hitabını paylaştığı yıllarca aynı görevde yan yana durmuş arkadaşların korku ve endişeden selâm vermekten imtina etmelerinin vefasızlığını anlayabilir misin?
Yaşarken meğer ölmüşsün, bir hışımla toprağı üstüne örtmüşler, daha çıkamaz demişler. Bir gün canlı cesedi karşılarına dikilince sen ölmemiş miydin bakışlarını üzerine salmalarının vahşi canavarların yırtıcı dişlerinin vücuttaki tahribatına denk geldiğini hissedebilir misin? Görevine kendini adamış, cami inşaatında ağır kaza geçirmiş, 4 kez ameliyat olmuş, ölüm kalım mücadelesi veren kardeşinin tedavisiyle ilgilenmem gerekiyor. Keza hastalıklarla mücadele eden annenin senden başka ilgilenecek kimsesi yok. Çocuklarının, eşinin yardımına muhtaç durumları söz konusu, fakat ev hapsinden sadece mağduriyetleri görüyor, duyuyorsun ellerin, ayakların bağlı çare olamıyorsun.
Yıllarca evlâdının okuyup güzel bir üniversite bitirme hayaliyle yaşıyorsun. Allah nasip ediyor, gerçek oluyor, ama mezuniyetinde yanında olamıyorsun. Köyünüzde köy servisi kaza yapıyor, yakınların vefat ediyor, ama cenaze namazlarına iştirak edemiyor, acıları paylaşamıyorsun. İçte biriken acılar o yüreği nasıl yangın yerine çevirir anlayabilir misin?
Adliye koridorlarında duruşma salonlarında gözyaşları içinde “benim babam dünyada bir karıncayı incitmekten kaçınan, bize vatan sevgisini bu millete hizmet etme bilincini en büyük miras olarak bırakan biridir” diyen evlâtların, kocası hayatta fakat onun sorumluluk alanını da sırtına almış vefa ve sadâkatte kusur göstermeyen eşlerin, “ben evlâdımın kursağına haram indirmedim. Harama çıkan yollara geçit vermedim” diyen ana babaların, babam, evlâdım, eşim, kardeşim, diyenlerin yanına sanık olarak bir cani görüntüsüyle çağrılmanın annesine askerde yazdığı bir şiirde;
“Doyamam sana zamanlar dursa da
Bir gün kavuşuruz al bayrak beni sarsa da
Ağlama anam toprak altında yatana
Sende feda et bir evlâdını bu güzel vatana”
Mısralarıyla vatan için feda olmayı İlâhî ihsan olarak bilen birini silâhlı terör örgütüne üye olma suçlamasıyla ağır ceza mahkemesinde yargı önüne çıkarmanın bütün bir aileyi nasıl tarumar ettiğini yeni yeşermeye yüz tutmuş hayalleri nasıl yakıp yıktığını yazmak için kaç kalemde mürekkep kurur ne kadar kâğıt üst üste yığılır, hangi eller o kalemi tutmaya cesaret eder hesabını yapabilir misin? Hayatı boyunca toplumda ahlâkî değerlere katkı sağlamak için her türlü fedakârlığa katlanış, ailece Allah’ın razı olacağı iyi bir insan, iyi bir kul olma gayretinde olan bir imamın evine komşuların “vay be” diyerek ürkek bakışlarına görüntü verip aylarca polis arabasını park edip evinde olduğunun teyidini almanın bu mahallenin çocuğu, bu mahallenin genci ve aynı ilçenin 24 yıllık imamında yaptığı yıkımı ailede meydana getirdiği tahribatı çevrede meydana getirdiği his kaybını ölçebilir, hesabını yapabilir misin? Bütün bunları asla anlayamaz, bilemez, hissedemez, tahayyül edemezsin. Çünkü bana asla bir şey olmaz garantisinde görüyorsun kendini.
Azrail’de mi kapını çalamaz, kabirde de mi yalnız kalamazsın? Münker-Nekir de mi hesap soramayacak, mahşerde de mi tutsak kalmayacaksın? Mahkeme-i Kübra’da da mı sanık olmayacak, yargılanmayacaksın? Bunca zulüm, güçsüze, mazlûma, mağdura baskı yapıp ailelere dram yaşatarak dünyada beklentiye kapılmak dünya için değmez. Ya ahirette Allah’ın verdiği hak olan hürriyet mahrumları alacak için kuyruğa girdiğinde…
Bütün bu yapılanlar yapılmaya niyetlenilenler bu ağır tahakküm, tasallu, ötekileştirmeler, linç etme, aileleri kökten kurutma… Özetle tarihte örneği nadir olan bu zulüm neden? Ben her gün her gece düşündüm bir cevap bulamadım, sen bulabilirsen bana yaz veya oku geç veya yırt asla ihmali olmayan Basir, Habir, Alim, Adil, Hakim olan adrese bugün kısık, yarın (Rabbim müsaade ederse) gür sesimle yüzünüze haykıracağım. Yoksa sen neden bahsediyorsun bütün gaye senin yandığın, yakındığın sonuca kavuşmaktı diyorsan hadi; gözün aydın ellerini ovuşturabilirsin. Kendi dilinde naralar atabilir veya kına havuzuna baştan aşağıya dalabilirsin.
Bu şikâyet burada bitmez…
Bir Cuma günü selâ okunduğu vakit büyük bir hüzünle başladığım satırlarımı imamın namazı bitirdiği selâm sesini işiterek tarifi imkânsız iç burukluğu ile satırlarımı noktalıyorum. Duyduklarımız, şahit olduklarımız yanında bizimki de devede kulak değildir belki
Mağdur Kürsüsü / Yeni Asya