YARINA ÇIKACAKLARINI MI SANIYORSUNUZ? [TARIK TOROS]
Demokrasi, fikir hürriyeti ve serbest girişimin olmazsa olmaz koşulu, hür medyadır. Gelişmeleri takip etmenin, sorgulamanın, bilinçlenmenin yegâne koşuludur bu. Başka türlü halk nasıl karar verecek ki? Egemenlerin gazetecilerle mücadelesi ise daha 1800’lü yıllarda başlar. ABD başkanlık seçimlerinin hemen tamamı medya propagandasına dayanır. İlk yıllarda telgraf hayli mühim bir işlev görmüş, başkan adayının uzak eyaletteki konuşması başkentte yankı bulabilmiştir. Politikanın işi, halkı harekete geçirip peşine takacak bir sebep bulmaksa, medyanın işlevi ise propagandasını yapmaktır. İsteyerek veya istemeyerek, bilerek yahut bilmeyerek. Esasen, gazetecilik, öteden beri muktedirlerin kamuoyu oluşturma aracı olmuştur, dokunmayın yaramıza.
BAKINIZ AMERİKA’YA
ABD’de Başkan Trump, adaylık günlerinden beri medyayla kavga ediyor. Ağır konuşuyor, eleştiri veya rahatsızlık sınırlarını aşıp hakaret ediyor, muhabirleri aşağılıyor, pata küte dalıyor, koca koca basın kurumlarını Beyaz Saray’tan atıyor. Meydan Trump’a kalsa devletin ve halkın vay haline. Lakin, serbest girişim ve hür medya, tüm bu politikaları kritik ederek yoluna devam ediyor. Halk, eğrisini doğrusunu yaygın biçimde seyredip okuyabiliyor. Bizdekinden farkı da bu.
BİZİMKİLER MAĞLUBU GALİP YAPAR
Bugün Türkiye’de medya yok. Halk, egemenlerin tek taraflı propagandasına maruz. Asla gerçek haber verilmediği gibi, olanlar da çarpıtılıyor. Ankara ne konuşursa, gazeteler onu basıyor, üzerine konuşan, teyit mekanizmasını çalıştıran, sorgulayan yok. Muhalefetin ise sesu kısık. Bizim gazeteciler geçen asır yaşasa, vatandaşı dünya savaşından zaferle çıktığımıza inandırırdı. Onun için, şu kurumda şu olmuş, bu kurumda filancayı almışlar yerine fişmekanca gelmiş, bir şey ifade etmiyor.
İLKELER DUVARDA ASILI
Hürriyet gazetesinde genel yayın müdürü gitmiş, yerine kısa süre önce Milliyet’ten yollanan başkası gelmiş. Bizim halkımız alışkanlıklarından kolay vazgeçemiyor. Yıllardır aldığı gazete, havuz gazeteciliğinde rakibi Sabah’ı geride bırakalı hayli zaman olmuş, fark etmiyor. Fark etse bile bunu bilmezlikten geliyor. Bugün Hürriyet gazetesi ve bağlı olduğu Doğan grubu, tüm kurumlarıyla, dün eleştirdiği konuların daniskasına bugün imza atıyor. Doğan Yayın Grubu İlkeleri de duvarlarında öylece asılı duruyor. Açıp baksınlar, ilaç için tek maddesini dahi uygulamıyorlar.
DÜN DÜNDÜR, BUGÜN DE BUGÜN
Tutuklama karşı taraftansa ses çıkarmıyorlar, bilakis gerekçelerin altını dolduruyorlar. Hatta alkışlıyorlar. Kendilerinden biri tutuklanırsa, hukuk, insan hakları, anayasa filan, mangalda kül bırakmıyorlar. İşlerine gelmeyen iddialar veya iddianameler için “yandaş medyaya servis”den dem vurup, son iki-üç senedir aynı savcıların sızdırdığı belgeleri basmaktan imtina etmiyorlar. “Telefon dinleme delil değil” manşeti atıp, bırak adli dinlemeyi, ne idüğü belirsiz bir mesajlaşma programından geriye doğru MİT fişlemesi ile üretilen suça koltuk çıkıyorlar. İddiaya iddia bile demeden, sorgulamadan, karşı görüş almadan, taraflara sormadan, avukatlara söz hakkı vermeden basıyorlar. Kurallar duvarda asılı duruyor. Üstelik komedi gibi Aydın Doğan başkanlığında senede bir toplanıp yayın ilkelerini gözden geçiriyorlar. Hiçbiri de sıkılmıyor, biri çıkıp da “yahu biz burada kararlar alıyoruz ama takan yok” demiyor.
HEP BERABER BATIYORLAR
Varsa yoksa, “Etme bulma dünyası” gazeteciliği, başka bir şey değil. Uydurulan delillere kılıf bulma çabasına öyle battılar ki gazeteciliği unuttular. Misal, şu ByLock meselesi teknik olarak yüzlercesinin gazeteciliğini bitirdi, farkında değiller. Yaşları da genç, yarın nasıl insan içine çıkacaklar, hiç düşünüyorlar mı? Hadi saray ve aveneleri birlikte batacak. Ya bunlar? İyot gibi ortada kalacaklar!
‘ANIR DESEM ANIRIR!’
Bu iktidarın 4-5 senedir yaptığı hiç iyi bir şey yok. Var diyen çıksın. Yok! “Köprü” demeyin, vermişler bir müteahhide ceplerinden para çıkmamış. Garanti de vermişler. Zararı halka ödetiyorlar. Yazmıyorlar, yazamıyorlar. Bilakis, köprü haberi yapıp neden “Evet” oyu vereceklerini anlatmakla meşguller. Onun için, şu gitmiş, bu gelmiş ne önemi var. Tetikçi malum kalem söylemiş ya, “Anır desem anırır.” O hesap. Bu lafı işitince küplere binmenin de alemi yok. Mühim olan ne biliyor musunuz; hasmına bunu söyletmemek. Biri, senin için böyle diyebiliyorsa, durup düşüneceksin, “Ben nasıl böyle bir algıya yol açtım” diye. Hürriyet, mürriyet… Acınacak olan şu: Yarın öbür gün, yayın grubunun, kurumların ve mensuplarının başına ne gelirse gelsin, sahip çıkacak bulamayacaklar. Tüm kurumların çürüdüğü bir ülkede, topyekûn çöküş kaçınılmazdır, oraya gidiyor. Bırakın, yarına çıkacaklarını düşünsünler.