Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin silah dolu MİT TIR’larına ilişkin kararında yer alan MİT raporu, devletin Hizmet Hareketi’ni ‘terör örgütü’ gibi göstermek için nasıl kumpas kurduğunu gözler önüne serdi. MİT raporunda, silah yüklü TIR’ların durdurulması olayının Hizmet Hareketi’nin ‘operasyonel bir çalışması olduğunun ispat edilemediği’ açıkça yazıyor.
TR724'ün haberine göre ayrıca “Örgüt ile (operasyonu yapan) jandarma personeli arasında organik bir bağ kurulamamaktadır.” deniliyor. Söz konusu açıklamaların ardından MİT, yargıya yol gösteriyor. Ancak ‘böyle bir bağın kurulması halinde Hizmet Hareketi’nin ‘silahlı terör örgütü’ olarak kabul edilmesinin önünün açılacağı’ kaydediliyor.
İnsan hakları savunucusu Dr. Gökhan Güneş’in ayrıntılı olarak paylaştığı belgelere göre, skandallar bununla sınırlı değil. MİT’in hazırladığı raporu yargıya sunduğu tarih 11 Mayıs 2016. Kumpasın ikinci ayağını Ankara Cumhuriyet Başsavcısı oluşturuyor.
ANKARA CUMHURİYET BAŞSACILIĞI ‘KUMPAS’I TAMAMLIYOR
15 Temmuz’dan bir kaç gün önce Hizmet Hareketi’ne yönelik ‘Çatı İddianame’ açıklanıyor. Söz konusu iddianamede, ‘silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, darbeye teşebbüs’ gibi suçlamalar var.
Gökhan Güneş tam bu noktada şu önemli soruyu soruyor: “Burada akla, MİT’in tüm imkan ve çabasına rağmen silah, cebir ve şiddet içeren bir eylemini bulamadığı bu hareketle ilgili Başsavcılığın iki ay içinde hangi delilleri elde ettiği ve nasıl bu davayı açtığı sorusu gelmektedir.”
PEKİ BAŞSAVCILIĞIN DELİLLERİ NELER?
Başsavcılığın elindeki tek delil 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturması ve silah taşıyan MİT TIR’larının durdurulması olayları. Gökhan Güneş, “Yani, iki ay önce MİT’in, ‘bu yapıyı silahlı örgüt ilan etmemiz lazım, ancak elimizde bu iki olaydan başka bir şey yok’ anlamına gelen sunumu, Başsavcılık tarafından ‘ete kemiğe’ büründürülmüş ve mahkemeye iddianame olarak sunulmuştur.” diyor.
ÇATI İDDİANAMDE ‘TEKNİK’ SORUN!
Bu noktada eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Harun Kodalak’ın açıklamaları da önemli. Kodalak, konuyla ilgili verdiği bir televizyon mülakatında bunu bizzat itiraf etmişti. Hizmet Harketi’yle ilgili açıklanan ‘çatı iddianamede’ teknik bir sorunla karşılaştıklarını söylemişti. Kodalak’ın ‘teknik’ sorun dediği, Hizmet Hareketi’ni ‘terör örgütü’ ilan edebilecekleri delilin olmamasıydı. Ancak buna rağmen Başsavcılık, hukuku ayaklar altına alarak milyonlarca mensubu olan bir sivil toplum yapısını, ‘silahlı terör örgütü’ ilan etmişti.
DELİL YOKSA NASIL DAVA AÇILDI?
Kodalak, aynı röportajda, 15 Temmuz’un kendilerini ‘doğruladığını’ savunuyor. İddianamelerinde, Hizmet Harketi’nin ‘silahli terör örgütü olduğunu’ destekleyecek doyucuru belge ve bilgiler bulamadıklarını anlatıyor. MİT TIR’ları hadisesini kullandıklarını söylüyor. Ancak MİT’in raporuna göre o operasyonu yapanlarla Cemaat’in bağlantısı yok.
Harun Kodalak esasında ellerinde hiç bir delil yokken, yüzbinlerce insanı ‘terör’la suçladıklarını, insanlara kumpas kurduklarını birinci ağızdan itiraf ediyor. Delil olmadan, insanlar hakkında nasıl dava açılıyor?
Gökhan Güneş bu durumu şöyle açıklıyor: “Kodalak, kurdukları tuzağı, şartları oluşmadan açtıkları davayı ve dolayısıyla işledikleri suçu kahramanlık edasıyla ikrar etmiştir. Ayrıca Kodalak, röportajda farkında olmadan çok önemli ifşaatlarda da bulunmuş ve her şeyin nasıl bir senaryo olduğunu ortaya koymuştur.”
SORUMLULAK HUKUK ÖNÜNDE HESAP VERECEK
Gökhan Güneş, tweet dizisini şöyle bitiriyor: “Yukardaki açıklama ve belgeler; yıllarca planlanmış ve senaryosu yazılmış bir oyunun, masum insanları “şeytanlaştırmak” ve “sivil ölüme” mahkum etmek için gösterime sunulduğunu ve 15 Temmuz’un nasıl bir “Allah’ın lütfu” olduğunu anlamak için yeterlidir. Tüm suçlardan kurtulma ve hayali kurulan otokrasi devlet yönetimine geçme amacına, istihbaratın gösterdiği yol ve verdiği talimata uygun olarak yargı eliyle ulaşılmıştır. Hukuk geldiğinde, tıpkı bu olayda olduğu gibi tüm gerçekler gün yüzüne çıkacak ve şüphesiz gerçek suçlular işledikleri insanlığa karşı suçlardan hak ettikleri cezaları alacaklardır.”
GÖKHAN GÜNEŞ’İN KONUYLA İLGİLİ PAYLAŞIMLARI ŞÖYLE:
DEVLET TARAFINDAN VATANDAŞA KURULAN TUZAĞIN BELGESİ
1. Değerli dostlar, bugün sizlerle “politik amaçla ve bir plan dahilinde” 5 yıldır işlenen insanlığa karşı suçların resmi belgesini ve delillerini paylaşacağım. Aşağıdaki belge, 16. CD’nin MİT tırları kararında yer verilen ve MİT tarafından yapılan bir sunuma aittir. 41 sayfadan oluşan sunumun ilk 3 sayfasında görseldeki ifadelere yer verilmiş, 16. CD’de, insanlığa karşı suçların ileride en büyük delili olacak bu belgeyi kararına eklemiştir. Peki, bu belge ne anlama gelmektedir?
Bu belge; bir yapının, istihbarat oyun, yöntem ve önerileriyle halka nasıl “silahlı örgüt” olduğunu göstermeye yönelik planlı çalışmanın kanıtıdır. Belgeyi hazırlayanlar; temel haklar kapsamında faaliyetlerini yürüten bir yapıyı terörizmle suçlamak istemekte, ancak bu suç için temel unsur olan “silah, cebir ve şiddet” gibi eylemleri bir türlü bu yapıyla ilişkilendirememektedirler. Zira MİT tırları hadisesinin gerçekleştiği tarihten, belgenin sunumunun yapıldığı 11/5/2016’ya kadar geçen sürede tüm imkanlar seferber edilmesine rağmen bu olayın “F.../PDY’nin operasyonel bir çalışması olduğu İSPATLANAMAMIŞ” ve “örgüt ile jandarma personeli arasında organik bir bağ KURULAMAMIŞTIR.”
Bu ilişkiyi kurabilmek için ellerindeki tek zorlama fırsat ise “17/25 Aralık yolsuzluk ” ve “MİT tırları” hadiseleridir. Bu hadiselerle amaçlanan da; Hükümeti, bulaştığı terör örgütlerini silahlandırmak ve İran gibi BM Güvenlik Konseyinin almış olduğu ambargoyu yolsuzluk yoluyla delmek suçlamalarından kurtarmaktır.
Ancak, bunun yapılabilmesi için halkın dikkatinin dağıtılması ve adeta “cambaza bak cambaza” taktiğiyle oluşturulan algının başka bir tarafa yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunun için en elverişli ve ikna edici çare de, Gülen Hareketinin hedefe oturtulmasıdır.
Ayrıca MİT’e göre, yargının böyle bir bağ kurması halinde bu gerçeklik tersine çevrilecek ve sonrasında AİHS ve Anayasada teminat altına alınan hakların kullanımı niteliğindeki banka, sohbet ve eğitim gibi faaliyetler de suça dönüştürülecektir.
Tıpkı 15 Temmuz sonrasında yapıldığı gibi! Yani MİT, insanlara nasıl tuzak kurulabileceğini anlatmış ve yargı mercilerine açıkça talimat verip yol göstermiştir. Yine, bu belge (sunum) toplanan istihbari bilgilere dayanılarak da hazırlanmamıştır.
Çünkü MİT, kendi kanunu gereğince bir bilgi veya belgeye ulaşıp bunları arşivine almamış, bizzat bir yapıyı nasıl suçlayacağına dair hile ve tuzağa başvurarak plan yapmış ve bu planı rapor haline getirerek, birazdan yer vereceğimiz suç ortaklarıyla paylaşmıştır.
Yani, 16. CD’nin kararında yer verdiği bu belge, doğrudan suçun konusu olduğu için belgenin adli soruşturma kapsamında oluşturulan ve elde edilen bir delil olarak kabulü mümkün değildir.
Gelin isterseniz, şimdi de MİT’in verdiği bu talimat ve yol göstermenin muhataplarında, yani yargıda nasıl karşılık bulduğunu somut delilleriyle ve birinci ağızdan anlatımlarla görelim. MİT’in hazırladığı belgeyi yargı mercilerine sunduğu tarih 11/5/2016’dır.
Bu sunumdan iki ay sonra Ankara C. Başsavcılığı “çatı iddianamesi” adını verdiği davayı açmıştır. İddianame, görseldeki suçlar gerekçe yapılarak açılmıştır. Yani, davanın açılma gayesi öncelikle Gülen Hareketini silahlı örgüt kabul edebilmektir.
Ancak burada akla, MİT’in tüm imkan ve çabasına rağmen silah, cebir ve şiddet içeren bir eylemini bulamadığı bu hareketle ilgili Başsavcılığın iki ay içinde hangi delilleri elde ettiği ve nasıl bu davayı açtığı sorusu gelmektedir.
Evet yanılmadınız, Başsavcılığın elindeki tek delil, görselden de anlaşılacağı üzere, 17/25 Aralık yolsuzluk soruşturması ve silah taşıyan MİT tırlarının durdurulması olayıdır.
Yani, iki ay önce MİT’in; “bu yapıyı silahlı örgüt ilan etmemiz lazım, ancak elimizde bu iki olaydan başka bir şey yok” anlamına gelen sunumu, Başsavcılık tarafından “ete kemiğe” büründürülmüş ve mahkemeye iddianame olarak sunulmuştur.
Gelin isterseniz, şimdi de bu söylediklerimizin delili olarak o dönemin Ankara Başsavcısı, şimdilerin de Yargıtay üyesi olan @KodalakHarun ’ın konuyla ilgili beyanlarına ve kurulan tuzağın itirafına bakalım.
Yani Kodalak diyor ki, elimizde delil ve belge yoktu, tek MİT tırları hadisesi vardı. Biz de, verilen talimatın gereğini yerine getirerek davayı açtık. Ancak, perdelediği çok önemli bir husus vardır ve o da, iddianamelerde “teknik sıkıntı” diye bir şeyin olamayacağıdır.
Zira delil varsa dava açılır, delil olmadan açılan davanın adı da tuzak ve kumpas kurmak olur. Kaldı ki, teknik sıkıntı olarak geçiştirilip ardına sığınılan hususlar, bir yapı ve oluşumun silahlı örgüt kabulü için olmazsa olmaz şartıdır.
Yani Kodalak, kurdukları tuzağı, şartları oluşmadan açtıkları davayı ve dolayısıyla işledikleri suçu kahramanlık edasıyla ikrar etmiştir. Ayrıca Kodalak, röportajda farkında olmadan çok önemli ifşaatlarda da bulunmuş ve her şeyin nasıl bir senaryo olduğunu ortaya koymuştur.
Zira aşağıdaki videodan da anlaşılacağı üzere, sadece zamanını bilmediği ancak olacağından emin olduğu darbe teşebbüsünün başladığını duyunca “sersem tavuğa” döndüğünü, ne yapacağını bilemediğini ve eşi ve çocuklarıyla vedalaştığını belirttikten sonra, nasıl olduysa darbeyi “F...'nün” yaptığını anlamış! ve hemen soruşturma talimatı vermiştir.
O zaman sormak gerekmez mi?Ne olduğunu bile anlayamadığınız bir hadiseyi kimin yaptığını nasıl tespit ettiniz? Uzun süre üzerinde çalışıp “çatı” adını verdiğiniz iddianame içeriğinin, sadece şüpheliler değiştirilmek suretiyle, 15 Temmuz sonrası tüm yargı mercilerince kullanılması sadece bir tesadüf müdür?
Acaba, darbe teşebbüsü için hukuken alt yapısını oluşturduğunuz binlerce sayfadan oluşan iddianamenin yazılması mı beklendi?
Beklediğiniz ve görev paylaşımını ilgilileri ile birlikte yaptığınız darbe teşebbüsü sebebiyle neden “sersem tavuğa” döndünüz? O gece soruşturmanın nasıl açılacağı ve kimlerin tutuklanacağına dair binlerce kişilik listeler elinizdeyken nasıl oldu da şaşkınlık geçirdiniz?
İnsan beklediği bir şeyin gerçekleşmesine şaşırır mı? Ayrıca, Kodalak’ın icraatları ve suçlarını ifşa ettiği hususlar bunlarla sınırlı da değildir. Zira kendisi, , öğrencilik yıllarında dahil olduğu aynı tarikat içinde yer alan ev arkadaşı HSYK üyesi
Birol Erdem’i kurtarmak için verdiği ifadeleriyle de bilinmektedir. Nitekim bu ifadelerde, yukarıdaki videolarda olduğu gibi suç ikrarına devam etmiş ve 15 Temmuz sonrası yapılan kıyımın köşe taşlarını nasıl döşediklerini ayrıntılı olarak anlatmıştır.
Bu ifadeler kapsamında kendisine neden Birol Erdem hakkında soruşturma başlatmadığı sorulmuş, bu soruya cevaben; bu kişinin yargı mensubu olduğunu ve HSYK veya bakanlıktan yazılı bir bildirim gelmediği için re’sen soruşturma başlatamadığını söylemiştir.
Ancak, 15 Temmuz gecesi AİHM’in de tescillediği üzere, suçüstü hali olmamasına ve yetkisi dahilinde bulunmamasına rağmen ülkenin her yanındaki 2745 hakim ve savcıyla ilgili re’sen soruşturma başlatmış ve HSYK Başkanvekili bu soruşturma üzerine hakim ve savcılar açığa alınmıştır. Kısaca, görevini kötüye kullanma ve hürriyeti tahdit suçlarını işlemek suretiyle insanlığa karşı suçların ilk adımını atmıştır.
Ayrıca, Kodalak’ın suçları bunlarla da sınırlı değildir. Zira Birol Erdem’i kurtarmak isterken yaptıkları fişlemeleri anlatmak suretiyle, daha sonra icrasına başladıkları örgütlü ve yaygın insanlığa karşı suçların temellerinin nasıl atıldığını ve bu suçların sadece yargı bürokrasisi ile de sınırlı kalmadığını görseldekiler gibi uzun uzun anlatmıştır.
Yukardaki açıklama ve belgeler; yıllarca planlanmış ve senaryosu yazılmış bir oyunun, masum insanları “şeytanlaştırmak” ve “sivil ölüme” mahkum etmek için gösterime sunulduğunu ve 15 Temmuz’un nasıl bir “Allah’ın lütfu” olduğunu anlamak için yeterlidir.
Tüm suçlardan kurtulma ve hayali kurulan otokrasi devlet yönetimine geçme amacına, istihbaratın gösterdiği yol ve verdiği talimata uygun olarak yargı eliyle ulaşılmıştır.
Hukuk geldiğinde, tıpkı bu olayda olduğu gibi tüm gerçekler gün yüzüne çıkacak ve şüphesiz gerçek suçlular işledikleri insanlığa karşı suçlardan hak ettikleri cezaları alacaklardır.
Ancak anlaşılan o ki, her ne kadar bugün yaptıklarından güç zehirlenmesi nedeniyle gurur duysalar da, günün sonunda tüm yük ve sorumluluk yargı mensuplarının üzerinde kalacaktır.
15 Temmuz sonrası ister sivil ister asker olsun, darbe teşebbüsünden haberi olmayanlar BERAAT EDECEK, bu kişiler TÜM HAKLARINI VE İTİBARLARINI GERİ ALACAK ve verdikleri kararlarla insanların hayatını karartanlar da hukuk önünde HESAP VERECEKLERDİR.