Yargının temel ilkeleri OHAL var diye bile ihlal edilemez

Doç. Dr. Vahap Coşkun, OHAL’in sadece darbe ile hesaplaşmak veya darbenin sonuçlarını ortadan kaldırmak için değil, hayatın her alanına ait konularda da OHAL’e dayanarak KHK çıkartıldığını gördük. O nedenle uygulama noktasında çok önemli problemler var” diyor.

SHABER3.COM

Yeni Asya Gazetesi'ne konuşan Doç. Dr. Vahap Coşkun: “Bir kimse hakkında ne tür ithamlar yapılırsa yapılsın, bazı temel ilkeler vardır ve bunların ister olağan, ister olağanüstü hallerde herhangi bir şekilde ihlâl edilmesi düşünülemez. Suçların şahsîliği, masumiyet karinesi gibi ilkeler temel ilkelerdir ve her durumda bunlara riayet edilmesi gerekir.” dedi 

MAHKEME KARAR VERMEDEN SUÇLU İLAN EDİLİYOR

“OHAL pratiklerine bakınca, henüz hakkında kesin bir mahkeme kararı olmamış kişilerin de mahkûm olarak ilân edildiğini görmekteyiz. Bu anlamda masumiyet karinesine uyulduğunu söylemek mümkün değil. Keza suçu işlediği iddia edilen kişilerin dışında onların ailelerine yönelik birtakım uygulamalar da söz konusu.” 

BAZI İDDİANAMELER ÇOK ZAYIF

“Bazı iddianamelerin hukukî dayanaktan yoksun ve son derece zayıf olduğunu görmekteyiz. Zayıf iddianameler, yürütülen davaların meşruiyetini ortadan kaldırdığı gibi gerçek suçluların ortaya çıkarılması noktasında da bir zaaf oluşturuyor. Ergenekon davalarında da bunu görmüştük.”

KHK İHRAÇLARI CİDDİ PROBLEM

“Sadece 15 Temmuz darbesiyle ilgili olarak değil, diğer bütün alanlarda KHK’lar çıkarılıyor ve darbeyle herhangi bir şekilde ilişkisi olmayan kişiler farklı sebeplerle kamudan ihraç ediliyorlar. Bu çok ciddî bir problem oluşturuyor.”



Doç. Dr. Vahap Coşkun, OHAL’in sadece darbe ile hesaplaşmak veya darbenin sonuçlarını ortadan kaldırmak için değil, hayatın her alanına ait konularda da OHAL’e dayanarak KHK çıkartıldığını gördük. O nedenle uygulama noktasında çok önemli problemler var” diyor. 

Hukuk devletinin en temel ilkeleriyle bağdaştırılabilmesi imkânsız uygulamalarla vahim hak ve özgürlük ihlâllerinin bilhassa OHAL ortamında, önceki dönemlerde benzeri görülmemiş boyutlara ve yaygınlığa ulaşarak devam ettiği endişe verici bir süreçten geçiyoruz. Bu gidişat karşısında sergilenen ve haksız, keyfî uygulamalara daha da cür’et ve cesaret veren suskunluğa son vermemiz gerektiği inancıyla, hukuk bilinci, birikimi ve duyarlılığına sahip olduğunu düşündüğümüz isimlerle bir soruşturma dosyası hazırlama ihtiyacı duyduk. Bu çalışmamızda bizlerle değerli görüşlerini paylaşan Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Doç. Dr. Vahap Coşkun’a OHAL, KHK’lar, OHAL Komisyonu ve son dönemlerde gündemde olan birçok hukukî uygulamalar hakkındaki düşüncelerini sorduk. 

20 Temmuz 2016’dan bu yana devam eden OHAL uygulamalarını evrensel hukuk kriterleri ile temel hak ve özgürlükler açısından değerlendirir misiniz?

15 Temmuz Darbesi’nden sonra Türkiye’de Olağanüstü halin ilân edilmesi doğaldı. Normal olan buydu. Çünkü hem bir darbe girişimiyle karşı karşıya kalınmıştı, hem de bu darbe girişimini organize eden yapının devletin bütün organlarına sızmış olması söz konusuydu. Dolayısıyla hem bu yapının devlet organlarından çıkarılması hem de darbe ile hesaplanılabilmesi için OHAL’in ilân edilmesi doğaldı. Avrupa’da bundan daha az bir tehlikeyle karşı karşıya kalan ülkelerde de OHAL ilân edilmesi karşılaşılan bir durum. Nihayetinde OHAL bir anayasal durum. Hukuk ötesinde olan bir durum değil.

OHAL sadece darbe ile hesaplaşmak için kullanılmıyor

Ancak uygulamalar açısından OHAL’in doğru uygulandığını söylemek mümkün değil. Çünkü OHAL’in temeli hangi konu için çıkarılmış ise sadece o konuya ait olarak Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK) çıkarılması gerekir. Oysa bu süreç içerisinde geçen bir yıldan fazla bir zaman zarfında OHAL’in sadece darbe ile hesaplaşmak veya darbenin sonuçlarını ortadan kaldırmak için değil, hayatın her alanına ait konularda da OHAL’e dayanarak KHK çıkartıldığını gördük. O nedenle uygulama noktasında çok önemli problemler var.

Temel ilkeler OHAL’de de korunur

2. Darbeciler ve terör örgütüyle mücadele gerekçesiyle yürütülen soruşturmalardaki gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsîliği, savunma ve âdil yargılanma haklarına riayet ediliyor mu?

Bir kimse hangi suçla suçlanırsa suçlansın onun hakkında ne tür ithamlar yapılırsa yapılsın, bazı temel ilkeler vardır ve bu temel ilkelerin ister olağan hallerde ister olağanüstü hallerde herhangi bir şekilde ihlâl edilmesi düşünülemez. Bu anlamda suçların şahsiliği, masumiyet karinesi gibi ilkeler temel ilkelerdir ve her durumda buna riayet edilmesi gerekir. Ancak bu süre zarfında yani bir yıllık süre zarfında OHAL pratiklerine baktığımızda, henüz hakkında kesin bir mahkeme kararı olmamış kişilerin de çok açık bir şekilde mahkûm olarak ilân edildiğini ve hakkında bir kamuoyu algısı oluşturulduğu görmekteyiz. Bu anlamda bir masumiyet karinesine titizlikle uyulduğunu söylemek mümkün değil. Keza suçu işlediği iddia edilen kişilerin dışında onların ailelerine yönelik birtakım uygulamalar da söz konusu. Kişilerin çocuklarının veya eşlerinin pasaportlarına el konulması gibi. Bu da suçların şahsiliği ilkesini doğrudan doğruya olumsuz bir şekilde etkileyen bir konu.

Zayıf iddianameler davaların meşruiyetini ortadan kaldırır

Ergenekon ve Balyoz gibi dâvâlarda yoğun şikâyetlere konu olan delilsiz ve uzun tutuklamaların son soruşturmalarda çok daha yaygın şekilde tekrarlandığı gözleniyor. Sizin yorumunuz nedir?

Bu tür şikâyetler çok fazla bir şekilde geliyor. Özellikle bazı iddianamelere baktığımızda bu iddianamelerin hukukî dayanaktan oldukça yoksun ve son derece zayıf iddianameler olduğunu görmekteyiz. Bu her şeyden önce darbe ile hesaplaşılması konusunda ciddî bir sorun yaratacak bir durum. Zira biz daha önce Ergenekon Dâvâları’nda da bunu görmüştük. Zayıf iddianameler yürütülen dâvâların meşrûiyetini ortadan kaldırdığı gibi gerçek suçluların ortaya çıkarılması noktasında da bir zaaf oluşturuyor. Burada da toplumun temel talebi bu darbeyi yapanların gerçekten iyi bir şekilde yargılanması ve hak ettikleri cezalara çarptırılmasıdır. Bu konuda toplumun ortak bir mutabakatı söz konusudur. Bununla birlikte yaygın yargılamalarda temel hukuk ilkelerine riayet edilmediğine dair de çok açık bir toplumsal algı var.

Bütün alanlarda KHK’lar çıkarılıyor KHK ihraçları hakkındaki görüşünüz?

KHK’larla ihraç yapılıp yapılamayacağı tartışmalı bir konu. Ancak KHK’larla ihraç yapılabileceğini kabul etsek bile bunun OHAL’e sebebiyet veren durum için sınırlı tutulması gerekir. Nedir OHAL’e sebebiyet veren durum; OHAL niye ilân edildi? 15 Temmuz Darbesi’ni yapanları ortaya çıkarmak ve onları cezalandırmak, onlar için bir hukukî tahkikatları yapmak için. Şimdi biz görüyoruz ki; Sadece bu 15 Temmuz Darbesi’yle ilgili olarak değil, diğer bütün alanlarda KHK’lar çıkarılıyor ve yine bu darbeyle herhangi bir şekilde ilişkisi olmayan kişiler farklı gerekçelerle, farklı nedenler öne sürülerek kamu görevinden ihraç ediliyorlar. Bunların ilerde ciddî manada hukuk sorunları yaratacağını söylemek mümkün. Meselâ barış için imza atan akademisyenlerin işten atılması, bunların herhangi bir şekilde 15 Temmuz Darbesi’yle ilintisinin kurulması söz konusu değil.

Bağlı’, ‘iltisaklı’ gibi kavramlarla herkes hakkında soruşturma yürütülebilir

Diğer taraftan özellikle KHK’larda kullanılan ifadeler çok geniş kapsamlı tutuklamalara, yargılamalara sebebiyet verebilecek ifadeler. Yani, ‘bağlı’, ‘iltisaklı’ ve benzeri gibi kavramlarla herkes hakkında bu tür bir soruşturma yürütebilmeniz ve onlar hakkında hukukî tahkikat başlatmanız mümkün. Ancak bu çok ciddî manada bir problem oluşturuyor.

Yargının üst kademesinin siyasi iktidara bağlı olması sorunlu bir durum

Son dönemde, özellikle 16 Nisan sonrasında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından ne durumdayız? Yargının hür ve bağımsız olduğunu söyleyebilmemiz mümkün mü?

16 Temmuz öncesinde bir bağımsız yargıdan söz etmemiz mümkün değil. Diğer taraftan 15 Temmuz’dan sonra bu yargının dağıtılması konusunda çok ciddî bir mücadele başlatıldı. Neredeyse hâkim ve savcıların yarısı bu yapıyla bağlantılı olduklarından hareketle ihraç edildiler. Türkiye’de yargı hiçbir zaman tam anlamıyla bağımsız olmadı. Şu anda da yine yargının bağımsızlığı konusuyla ilgili ciddî derecede sıkıntılar var. Bunun en önemli sebebi özellikle yargının üst kuruluşlarının, üst yapılanmalarının çok ciddî manada siyasî iktidara bağlı ve onlar tarafından belirlenebilir halde olması en önemli sebeplerden bir tanesi.

Hukuk devletinde hür, bağımsız ve tarafsız yargı organlarının yetki alanındaki süreçlerin MGK ve MİT gibi kurumlarca yönlendirilmesi söz konusu olabilir mi?

Yargı herhangi bir dâvâyı yürütürken ve maddî hakikate ulaşabilmek için devletin bütün organlarından faydalanabilir. Kendilerinin hepsinden talepte bulunabilir. Maddî hakikati ortaya çıkarmak için devletin bilgisine başvurabilir. Ancak bu soruşturmayı yaparken bu bilgilerden istifade eder, ama kararı kendisi verir. Herhangi bir şekilde onlar tarafından yönlendirilmesi söz konusu olamaz.

Asılsız ihbarlar konusunda yargı son derece dikkatli olmalı

İhbar ve Bylock iddialarına dayalı, delilsiz ve uzun tutuklamalar için ne düşünüyorsunuz? “Terör örgütüne üye olma” suçlaması ve buna dayalı tutuklama kararları için ihbar ve Bylock yeterli olur mu?

Yargıtay’ın ByLock ile ilgili vermiş olduğu bir karar var. Bu ByLock kararının ByLock’un bir kişinin telefonunda bulunmasının ve kullanılmasının örgüt üyeliği için yeterli olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla ByLock örgüt üyeliğinde şu andaki hukukumuzda önemli bir delil sıfatı taşıyor. Ancak asılsız ihbarlar konusunda çok dikkatli olmak gerekiyor. Çünkü bu dönem izlerin birbirine karıştığı dönemlerden bir tanesi. Kimi kişiler kişisel hesaplarını da bu yargı süreçleri üzerinden görmek isteyebilirler. Bu nedenle insanları olmadık sıfatlarla itham etmeleri son derece yaygın bir şekilde yaşanabilir. Dolayısıyla özellikle asılsız ihbarlar konusunda yargının son derece dikkatli olması gerekmektedir. Bunun üzerinden bir soruşturma veya hüküm inşaa etme daha sonra ciddî problemlere yol açar.

Çalışmalara geç başlasa da OHAL Komisyonu’nun oluşturulmasıolumlu bir adım

6 aylık bir gecikmeyle işbaşı yapan OHAL Komisyonu hakkındaki yorumunuz?

OHAL komisyonunun başlaması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından da talep ediliyordu. Çünkü Türkiye’de yargı yolu kapalı olduğu için bu tür işlemlere karşı, bunlardan mağdur olduklarını iddia edenler AİHM’e gittiler ve AİHM’in önünde çok sayıda dâvâ birikti. Bir ara kademe olarak bu dâvâlara bakacak bir komisyonun oluşturulması talep ediliyordu. Bu komisyon o nedenle oluşturuldu. Komisyonun oluşturulması olumludur. Geç başlaması bu anlamda bir olumsuzluk ifade eder. Daha önceden faaliyete başlamış olması gerekirdi. Komisyonun nasıl bir işlev göreceği, bu dâvâlara nasıl bakacağı, vereceği kararlarda ki hukukî isabetin ne olup ne olmayacağı önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Şu anda bunun kurulmasını ve göreve başlamasını olumlu buluyorum. Kararların hangi şekilde gelişeceğini de kararına bakarak daha sonra değerlendiririz.

Hukukçular neden suskun?

Yargı uygulamalarının böylesine yoğun tartışıldığı bir ortamda bilhassa AYM’nin tavır ve yaklaşımı ile hukuk camiasının suskunluğunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sadece hukuk camiası değil, bütün camialar şu veya bu şekilde biraz daha suskun. Çünkü bu dönemde insanlar biraz daha az konuşup kendilerine yönelik otosansürü biraz daha yoğun şekilde başlatıyorlar. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda yavaş çalıştığı, kendisine yapılan başvuruları çok geç bir şekilde karara bağladığına dair şikâyetler var. Özellikle milletvekilleri tutuklanmalarına yönelik yapılan şikâyetler bu anlamda son derece önemli. Bu şikâyetlerin aslında bende doğru olduğunu düşünüyorum. Darbe bağlamında yapılan başvurular biliyorsunuz artık AYM tarafından görülmeyecek. OHAL Komisyonu tarafından değerlendirilecek.
<< Önceki Haber Yargının temel ilkeleri OHAL var diye bile ihlal edilemez Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER