Dünyanın değişik coğrafyalarında özellikle müslümanların yaşadığı bölgelerde zulüm her çeşidiyle hız kesmeden devam ediyor..
Hiç bir insani kritere uymayan Çin’in zulmü altında inleyen çaresiz Uygurlar..
Suriye’de, Irak’ta, yerinden, yurdundan edilenlerin haddi hesabı yok..
Son bir kaç senedir bizim ülkemizde yaşanan zulümlerin ise tarihte eşi benzeri yok..
Ve daha niceleri..
Yerinden,
yurdundan edilen insanların göç yollarında telef olan masum yavruları
başta olmak üzere, denizlerde boğulan, aç, susuz günlerce yol tepen
garibanlar..
DW Türkçe Servisi güzel bir habere imza atmış,
seyretmenizi tavsiye ederim. Afganistan’dan başlayarak göç eden
insanların izini takip etmiş, onlarla beraber yollarda yürümüş, onların
perişan hallerini görüntülemiş.
Eskiden ipek yolu
olan ülkemiz şimdilerde bir göç yolu haline gelmiş durumda. Van’da bu
göç yolunda telef olanların defnedildiği kimsesizler mezarlığında yatan
garibanların sayısını sayan bile yok.
Şimdilerde
zulmün her çeşidinin alenen işlendiği, utanmanın, sıkılmanın, arlanmanın
zerresini bulamayacağınız ülkemizde ise zulüm katlanarak devam ediyor..
Bütün bunlar, bu mazlum ve mağdurlara yapılan zulümler, onların yaptıkları dualar kabul olmuyor mu sorusunu akla getiriyor..
Zihinleri meşgul eden bu sorunun cevabını güzel bir şekilde izah eden Bediüzzaman hazretlerine kulak verelim:
"İ'lem eyyühel-azîz: Aziz kardeşim şunu iyi bil!
Bazı dualar icâbete iktiran etmez (kabul görmez) diye iddiada bulunma!
Çünkü,
dua bir ibadettir. İbadetin semeresi âhirette görülür. Dünyevî
maksadlar ise, namaz vakitleri gibi, dualar için birer vakittirler.
Duaların semeresi değillerdir.
Meselâ: Şemsin (Güneş'in) tutulması küsuf namazına, yağmursuzluk, yağmur namazına birer vakittir.
Ve
keza zâlimlerin tasallutu (zalimlerin zulmüne maruz kalmak) ve
belâların nüzûlü (belaların gelmesi), bâzı hususî dualara vakittir.
Bu
vakitler bâkî kaldıkça (devam ettikçe) o namazlar, o dualar yapılır.
Eğer bu vakitlerde dünyevî maksadlar hâsıl olursa, zâten nûrun alâ olur.
Ve illâ "icâbet duaya iktiran etmedi (dua kabul görmedi)" diyemezsin.
Ancak "henüz vakit çıkmamış, duaya devam lazımdır" diyebilirsin. Çünkü o
maksadlar, duaların mukaddimesidir, neticesi değillerdir.
Cenâb-ı
Hakk'ın duaların icâbetini vaadetmesi ise, icâbet, ayn-ı kabul değildir
(istenen şeyi aynen kabul etmek demek değildir). Yani icâbet kabulü
istilzam etmez (gerektirmez).
Duaya her halde cevap
verilir, cevapsız bırakılmaz. Matlûba olan is'af (istenen şeyin hemen
verilmesi) ise, Mucîb’in (o duaya cevap veren zatın) hikmetine tâbidir.
Meselâ,
doktoru çağırdığın zaman, her halde: “Ne istersin?” diye cevap verir.
Fakat, bu yemeği veya bu ilacı bana ver dediğin vakit, bazan verir,
bazan hastalığına, mîzacına mülayim olmadığından vermez.
Adem-i
kabul esbabından (kabul edilmeyiş sebeplerinden) biri de, duayı ibadet
kasdıyla yapmayıp, matlubun tahsiline tahsîs ettiğinden aksülamel olur. O
dua ibadetinde ihlâs kırılır, makbul olmaz.” (Mesnevi-i Nuriye, Onuncu Risale, s. 1359)
Üstadın
da dediği gibi dua bir ibadettir. Zira Cenab-ı Allah Kur’an’da pek çok
ayet-i kerimede bize dua etmeyi emretmektedir. İşte onlardan bir tanesi:
“Rabbinize
için için yalvararak, başka nazarlardan uzak, gizlice dua edin.
Gerçekten O, haddi aşanları hiç sevmez”. (A’raf suresi, 55)
“Bana dua edin, ben de duanıza icabet edeyim.” (Mü’min Sûresi, 40/60)
Peygamber
Efendimiz de hadis-i şeriflerinde “Hiç kimse, “dua ettim de kabul
olmadı” demesin. Acele etmediği müddetçe duası kabul olunur.”
Buyurmaktadır.
Yine bir
hadis-i şeriflerinde: “Kul, Rabbinden bir hayır dileyince Cenab-ı Allah
üç şekilde mukabelede bulunur; ya dünyada dileğini yerine getirir, ya
ahirete saklar ya da o dua ile başından bir kötülük ve zararı
def’eder.”
Ayrıca kat’iyyen
bilinmelidir ki, dua da namaz gibi bir kulluktur; sâfiyane, hâlisane,
karşılıksız ve dünyâda peşin bir netice beklemeden yapılmalıdır. İnsan,
saf ve dupduru bir gönülle O’na teveccüh edip, rızasını aramalıdır. Ama
O, bazen lütuf ve keremiyle ihsanlarda bulunup kulunu hoşnut
edebilir...
Bu sebeple de,
hemen neticesi alınsın ve çarçabuk hedefe nail olunsun diye yapılan
dualar kabûl görmeyebilir; hâlis ve safî olmadıkları için, kabul
noktasına yükselmeleri mümkün olmayabilir. (İnancın Gölgesinde-1, sh.
191)
Yazımızı Efendimizin bir duasıyla bitirelim:
“Allahım,
Senden, rahmetini celbedecek şeyleri, gerçekleşmesi muhakkak olan
mağfiretini, her türlü günahtan korunmayı, her türlü iyiliği kazanmayı,
Cennet’le serfiraz olmayı ve Cehennem’den kurtuluş dileriz.” Amin!
Hizmetten.com Youtube kanalında geçtiğimiz hafta bu konu ayrıntılı olarak da anlatıldı...
Hüseyin Yağmur