Uğur Gürses | ugurgurses.net
Yangına körükle koşan itfaiyeci
Zaten sorunlu olan ve pandemi nedeniyle ödemeler dengesinde apaçık bozulma olacağı belli olan bir dönemde; döviz borçlusu bir ekonomiye devasa bir kredi pompalaması ile TL sürüldüğü, ötesi bankaları zorla kredi vermeye zorlayan koşulların yaratıldığı, hatta bu kredilerin ucuzlatıldığı bir politikanın parçası olan bir merkez bankası; hem kendi parasındaki sert değer kaybının hem de devasa bir rezerv kaybının altında kalır.
Devamında da “mış gibi yaptığından” itibarı da kalmaz.
Geçmişte “yangına geç kalan itfaiye” rolünde iken, son birkaç yıldır siyasi direktifle “yangına körükle giden itfaiye” rolü üstlendi. Türkiye’de son dönemde olan bu. Siyasi direktifle iş yapan bir merkez bankasının ülke ekonomisinin başına ‘öreceği çorap’ budur.
Merkez Bankası Ekim ayı toplantısında, piyasa analist ve ekonomistlerinin beklediklerinin tersine faiz artışı yapmadı.
Öyle bir hava oluşturmuştu ki; 22 Ekim Perşembe günü yapılan Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına girmeden bir önceki gün, piyasaya verdiği paranın ortalama faizini yüzde 12.5’e getirdiğinden, PPK toplantısında yüzde 10.25 olan politika faizini de yüzde 12-12.50 gibi bir seviyeye çekeceği düşünülmüştü.
Banka faiz arttırmadı. Toplantı özetini içeren metinde ise tam bir “geveleme” var.
Kimse Merkez Bankası’nın “tepki fonksiyonunu” bilmiyor, tahmin edemiyor. Tam sandıkları anda bile yanılıyorlar.
İşin kötü tarafı, Merkez Bankası, sözüm ona “sıkılaşma” için manevra alanı yaratmak için Geç Likidite Penceresi (GLP) faizini 14.75’e çekti.
Bunun anlamı şu; banka 10.25’le haftalık repo yoluyla para verebilir, yüzde 11.75’le gecelik para verebilir ya da bankalara ihale yapıp faizleri onların belirlemesini sağlayıp örneğin aylık yüzde 13.5 ile para verebilir. Peki ne zaman GLP’den yüzde 14.75’le para verecek? Şöyle yaparak; hiçbir bankaya para vermeyip ya da ihtiyaçlarının yarısını verip akşama kadar tutup bankaları açığa düşürerek. Sonra da “kapanamadınız mı? Alın size yüzde 14.75’den para” diyerek. Geç Likidite Penceresi bir para politikası aracı değildir. GLP faizinin yükseltilmesi de sıkılaştırma değildir. GLP ‘düdüklü tencerenin düdüğüdür’; bu aşamaya düşen bankanın alarm verdiği düşünülür. Banka her şeye karşın likiditesini ayarlayamıyorsa GLP’ye düşer. Dünyanın her yerinde bu duruma, “borçlarını karşılayamaz” damgası vurulur. Ayrıca hiçbir merkez bankası da sıkılaştırma yapıyorum diye bankalarını GLP’ye düşürmez.
“Çok doğru bir adım”
Türkiye’deki ifade özgürlüğü sorununun en belirgin tarafı ekonomi politikalarının analizinde de kendisini gösterir. Örneğin, alınan yanlış ve hatalı kararlara ilişkin analizlerde bunların yanlış ve hatalı olduğuna dair raporlar bir elin parmağını bile bulmaz. Ancak gelin görün ki bu kararlardan geri adım atıldığında, bu ‘eskiye dönüşün çok doğru adımlar olduğuna’ dair onlarca rapor veya yorum ortaya dökülür.
Merkez Bankası’nın izlediği politikada da yorumlar öyle diziliyordu.
Bankanın Eylül toplantısına girilmeden önce, politika faizi yüzde 8.25 iken likidite sıkılaştırması ile ortalama fonlama faizi hâlihazırda yüzde 10.6 seviyesine getirmişti. Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında politika faizi yüzde 10.25’e çekildiğinde de “evet çok doğru bir karar alındı” yorumlarını duyduk.
Oysa banka temmuz ayında resmi politika faizi yüzde 8.25 iken ortalama fonlama faizini yüzde 7.34’e düşürmüşken, yani kabaca 1 puan altından para verir halde iken “böyle bir para politikası mı olur?” soruları duyulmuyordu.
Ekimde banka faizi yükseltmedi; “çok yanlış bir karar” yorumları öyle pek duyulmadı.
Ne oldu böyle?
Banka “saldım çayıra” politikası ile yakın geçmişe kadar yaptığı hataları temizlemeyi bile üstlenmemiş oldu.
Temmuz’da yüzde 7.34’le tüm likidite verilirken, yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 10.22, ilerideki 12 sonrasına dair beklentiler de yüzde 9.33 idi. Bankanın politika faizi yüzde 8.25’te idi ama 16 Temmuz günü yüzde 7.34 ortalama ile para verir durumdaydı.
‘Akıllara zarar’ durum; enflasyonun da beklentilerin de oldukça altına bir faizle likidite arzı sağlaması yanında, devasa bir kredi patlaması da eşlik ediyordu. Yine benzer zaman diliminde 10 Temmuz haftasında son 3 aylık TL kredi artışı yüzde 43’lük büyüme ile 324 milyar TL ile zirveye erişmişti.
İşin trajik tarafı ise bankacılık otoritesinin ‘icat ettiği’ bir ‘aktif rasyosu’ ile bankalar riskli kredilere doğru sürülüyordu. Rasyoyu tutturmak için ya bankalar önüne gelene kredi verecek ya da mevduat küçülmesi, devlet tahvili stoku artışı gibi yollara gideceklerdi. Bankalar mevduat azaltmayı alternatif yollardan biri olarak tercih ettiler. Bu da piyasada mevduatlara uygulanan faizleri Merkez Bankası’nın politika faizinin bile 2-3 puan altına itti. Yani negatif reel faiz söz konusuydu.
Yine aynı zaman diliminde ise ‘arka kapıdan’ dolar kurunun 6.85’te tutulması için rezervler çarçur ediliyordu.
Bu tabloyu iktisat birinci sınıf öğrencisine çizseniz; bunun ‘sürdürülemez bir saçmalık’ olduğunu hiç tereddüt etmeden söyleyebilirlerdi.
Nitekim öyle de oldu; “zurnanın zırt” dediği yer, kendinden menkul “6.85’lik seviye” belirleyen ekonomi yönetimi kuru tutamaz hale geldi. Zira rezervleri bitirmiş durumda idiler.
Kur ve Merkez Bankası Faizleri – ugurses.net
Ağustos başından itibaren kur tırmanışa geçerek Ekim ayında 8’e ramak kaldı. Zira yine 7.95’i tutan kamu bankaları satışları görülüyor.
Temmuz sonunda bu atmosferde Enflasyon Raporu’nu açıklayan Merkez Bankası, bu politikanın “göle maya çalmak” gibi olacağını, sonuçlarının çok da gecikmeden geleceğini göz ardı ederek, enflasyonun 2020 yılı sonunda yüzde 6.9-10.9 aralığında (orta noktası yüzde 8.9), 2021 yılı sonunda ise yüzde 3.9-8.5 aralığında (orta noktası yüzde 6.2) gerçekleşeceği tahmini paylaşmıştı.
Kredi patlamasını, negatif reel faizi, bankaları cendereye sokan “aktif rasyosunu”, kur baskısını görmezden gelip enflasyonu yılsonunda en üst bantta yüzde 10.9 tahmin eden Merkez Bankası, ortalama yüzde 7.5 ile para veriyordu. Şimdi Eylül enflasyonuna dair yayımladığı teknik notta çekirdek enflasyonun eğiliminin yüzde 13-14 aralığında olduğunu söylüyor.
Ekim toplantısına girerken ortalama fonlama faizinin geldiği yer ise yüzde 12.5 seviyesindeydi. Yani hala kendi hesapladığı enflasyon dinamiğinin gerisindeydi.
TCMB faiz kararı vereceği güne nasıl geldi?
Eylül ayındaki toplantıya yüzde 10.6 efektif fonlama ile girip politika faizini yüzde 10.25’e getiren banka, hatta ertesi gün yüzde 10.25’le repodan para vermişti. Kuru dizginleyemediğini görünce kademeli olarak likidite koşullarını sıkılaştırarak 21 Ekim kapanışında yüzde 12.57’ye getirdi.
Bu yüzden perşembe günkü toplantıdan çıkacak faiz kararına dair Foreks’in anketindeki beklentilerin ortanca değeri de yüzde 12.25 olarak beliriyordu. Yani fiili olanın resmiyete çekileceği tahmin ediliyordu. Banka bunu yapsaydı da hala kendi kendisinin gerisinde kalacaktı; şimdi ise tamamen bırakmış oldu.
Neden artıramadı peki?
Gündelik olarak küçük küçük yapılan artışların resmiyete dökülmesi ile en başından resmi olarak tek kalemde faiz artışı yapılmasının ‘siyaseten kabul edilebilirliği’ farklı da ondan. Temmuz ortasından itibaren ortalama fonlama faizini yükselterek geldiği yer yaklaşık 5 puanı aştı. Bunu resmiyete dökmek, Külliye’nin ‘faiz-enflasyon’ siyasetine “kan doğramak” olacaktı. Onay alamadı.
Sonuç:
Dolar kurunda 6.85 savunusunun iflas ettiği temmuz sonunu baz alınırsa 20 Ekim’deki kurlarla artış yüzde 15 oldu.
Temmuz-Eylül arası sadece 2 ayda ara malı fiyat artışının yüzde 8 olduğu dikkate alınırsa üretici fiyatlarından perakende fiyatlara doğru potansiyel artışları kestirmek zor olmaz.
Banka enflasyona fren koyacak bir ön alıcı pozisyona geçemedi. Eylülde “Doğru adım geldi” diyenleri bile mahcup etti.
Türkiye’nin içinde bulunduğu ödemeler dengesi yangınına bir parça daha “odun attı”. devalüasyon-enflasyon döngüsüne de.
Siyasi bir krizin ateşiyle zeminini oluşturduğu ekonomik kriz, pandemi ile yeni bir aşamaya geçti; artık Merkez Bankası eliyle toparlamak, frenlemek olasılığı da kalmadı.
Ayrıca yerleşiklerin altın ve dövize kayma eğiliminin ana sebebinin Türkiye’deki politik alandaki krizin ve büyük bir güvensizliğin olduğu gerçeğine Merkez Bankası’nın faizi yüzde 25’e çekerek bile önlem alması olanaklı değil.
Türkiye’de siyaset normalleşmeden parasındaki değer kaybı süreci durmayacaktır. Kurumları, kuralları olan, hukukun üstünlüğünü tesis etmiş, hesap veren, demokratik değerleri yeniden lokomotif değerler haline getiren ülkenin parasını, bizatihi kendi yurttaşı güvenir, elinde tutar.