İşte Nazif Apak'ın o çok konuşulacak yazısı;
-Bana Hüseyin Bey’i bağlayın!
Bu ani emri duyan sekreter telefona sarılır. Telaştan ‘Hangi Hüseyin?’ demeye vakit bulamamış; aklına gelen ilk Hüseyin Bey’i (Çelik’i) aramaya koyulmuştur. Çelik’e ulaşır ulaşmaz ‘Efendim Başkanımız sizinle görüşmek istiyor; müsaitseniz bağlıyorum’ der.
Başkan doğrudan lafa girer. O günlerin siyasi atmosferini değerlendirir. Nasıl yazı yazması gerektiğini anlatmaktadır. Hüseyin Çelik sabırla beklemekte, telkinleri sonuna kadar dinlemektedir. Analizler ikazlar bitince Çelik kahkahayı basar: Yakaladım seni Melih. Ben Hüseyin Çelik!..’
Meğer Başkan karşısında Hüseyin Gülerce var diye konuşuyormuş.
Ak Parti’nin emekleme döneminde yaşanan bu olay, Çelik’in esprili anlatımı ile Ankara’da dilden dile dolaşır. Ve Ak Parti kurucuları politik bir gerçeği tekrar hatırlar: Milli Mücadeleciler.
Bir zamanlar ‘Sağın Dev Genç’i diye nam salan Mücadeleciler derin ilişkiler ve karmaşık olaylar sonunda dağılmıştı. Dağılmak mı? Tersini düşünenler de var: Mücadeleci ekibin hemen her gruba sızdığına, aralarındaki gizli bağın hiç kesilmediğine inananlar da var. Kadro: Ali Müfit Gürtuna, Cemil Çiçek, Ahmet Taşgetiren, Atilla Yayla… Bir de tuttukları saflara bakın: ANAP, AK Parti, HDP, liberaller, çeşitli cemaatler…
Bu uzun hikayenin çok küçük bir bölümüne (şimdilik) değinip geçeyim: Bu ekip Ak Parti ve Erdoğan aleyhine yıkıcı bir kampanya yapmıştı vaktiyle. Yabancı diplomatlarla bir araya gelen iki büyük ilin Milli Mücadele kökenli belediye başkanı ‘Tayyip’ten iş çıkmaz’ mesajını vermiş, Emine Hanım’ın örtüsünden Milli Görüş’ün Batı düşmanlığına kadar pek çok olayı muhataplarına anlatmıştı. Hatta o dönem çok yaygın olan şu cümlenin Melih Bey’e ait olduğunu Başkent gazetecilerinin hepsi bilir: Devlet İmam Hatip’ten çıkanları polis memuru yapmıyor; başbakan mı yapacak…
Derin ikazlar eşliğinde yürütülen kampanyaların amacı, Erdoğan’ın önünü kesmek, yeni bir parti ile seçime girip iktidara yürümekti. Gülerce bu nedenle hep Erdoğan düşmanlığı yaptı. Cemaat, Erdoğan’ı demokrat bulup desteklerken bile o, pusuya yatıp iktidar koltuğunu bekleyen arkadaşları gibi aleyhte çalıştı. Onların kulağına işbirliği yaptıkları güçler şöyle fısıldıyordu o günlerde: Tayyip gidici, sıranızı bekleyin’. İlle de ‘darbe’ aranıyorsa, tam da budur darbe. Derin dehlizlerde kurulmuş bir partiye sahip olmayan ve cuntacıların emrine girmeyenler nasıl darbe yapacakmış ki?
Ak Parti kapatılır kapatılmaz devreye girmek gerekiyordu. Nasıl olsa bazı Anayasa Mahkemesi (AYM) üyeleri ile Başkan’ın arası sıkı fıkıydı, daire arazi işleri olduğu da söyleniyordu. (Bu gün bile şehrin göbeğindeki büyük bir gökdelenin emekli bir AYM yetkilisine ait olduğunu hatırlatırım). Kestirmeden söyleyeyim: Parti kapama davasında Erdoğan’a Başkan- AYM ilişkisine dair bilgi ulaşmasaydı Mahkeme başka türlü karar verecekti.
Ali Müfit Gürtuna Turkuaz Hareketi’ni kurdu. Gökçek yedekte bir parti tuttu. Ankara’nın nabzını tutan gazetecilerden biri olarak naklediyorum: ANAP’ın meşhur bakanlarından birinin partisi listeye alındı, borçları ödendi. İş ve siyaset dünyasından insanlar bu partiye davet edildi. Mesela Zafer Çağlayan o davete katılma sözü verenlerin başında geliyordu. O günlerde birbirlerine ‘bakanım’ ‘başbakanım’ diye hitap ediyordu ekip. Madem iktidara yürünecekti; medyaya da ihtiyaç vardı. Ses tv bu niyetle kuruldu…
AKP kurmayları bu gelişmelerden rahatsızdı. Şöyle bir karara vardılar: ‘Cemil çiçek, Melih Gökçek ve arkadaşlarının parti dışında kalıp bize zarar vermelerine izin vermeyelim; bunları safımızda tutalım.’ Öyle de yaptılar; ama hep kuşkuyla baktılar bu kadroya. Her mahalli seçimde Melih Bey’i devre dışı bırakmak istemelerinin sizce de bir manası yok mu? Kritik bir viraja girdiklerinde kendilerine çelme takacaklarına dair kuşkuları oldu. Bugün de öyle. Mesela her fırsatta el etek öpmesine rağmen Gülerce’den tiksinti ile söz edildiğine benim gibi pek çok gazeteci tanıktır…
Nereden geldi aklıma şimdi bu konu?
Sağ olsun Gülerce ve Gökçek ha bire paralel yapı ve darbeden bahsediyor ya; işte oradan. Ayıp ki ne ayıp… Bir harekete paralel derseniz biri de çıkıp sizi aynaya bakmaya davet etmez mi? Sizin mantığınızla bakıldığında paralelin alası aynanıza yansımaz mı? Eski defterler çok şey anlatıyor buna dair…