Sevgili okuyucularım sizlere son birkaç gündür gündemden düşmeyen ve beni epey rahatsız eden “kefen edebiyatı” üzerine bir yazı hazırlamıştım.
Mesleğim gereği, yazmaktan daha ziyade okuma ve konuşmayı becerebildiğimi söylemem lazım. Yazmak, hele hele hızlı yazmak benim için kolay bir şey değil.
Ancak uzun zaman uğraştığım ve karnıma ağrılar giren yazı yazma sürecinin tam sonunda, yani tam yazıyı tamamladığım anda telefonumun ekranına son dakika haberi düştü: Ünlü sunucu Vatan şaşmaz bir otel odasında öldürüldü!
Haberi ilk alan herkes gibi ben de şok oldum.
Ancak ayrıntılar geldikçe hayret ve şaşkınlığım daha da arttı.
Sonra nasıl gelişmeler olur bilmiyorum ama ilk haberlere göre Şaşmaz, bir otel odasında kız arkadaşıyla tartıştıktan sonra çıkmak isterken arkasından ateş edilerek öldürülmüş.
Korkunç olayı daha da korkunçlaştıran bir ayrıntı daha var: Katil sonra kendini de öldürmüş. Yani intihar etmiş.
Bir kadın, üstelik sevgilisi olduğu söyleniyor.
Bu tür olaylarda kişisel olarak analiz yapmak doğru ve etik değil.
En azından ben öyle görüyorum.
Ama Türkiye’nin sevdiği bir sunucunun böyle bir ölümle adının anılması konuyu ele almayı zorunlu kılıyor.
Biliyorum ülkenin pek çok sıkıntılı konusu var, fakat bu konunun da önemli olduğuna inanıyorum ve meseleyi bir noktaya bağlamak istiyorum.
Bir şarkı vardır bilir misiniz, “Sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar!”
Aslında aşkın hastalıklı bir halidir bu durum.
Seven kişi o kadar çok bağlanır ki, bir noktadan sonra sevgisi artık kendisi başta olmak üzere sevdiğine de zarar vermeye başlar.
Bu marazi durum ilerleyen safhalarda kriminalleşebildiği gibi, sapkın neticelere de yol açabilir.
Kişi sevdiğini ileri sürdüğü sevdasına öyle bir zarar verir ki, düşmanlar bile o zararı veremez.
Vatan şaşmaz olayı buna tam bir örnek diye düşünüyorum.
Muhtemelen yeryüzünde yaşayan hiçbir zanlı Şaşmaz’ı öldüren kişi kadar (yine gelen ilk bilgilere göre yorumluyorum) sevmiyordur. Ve muhtemelen bir gün önce her ikisine de sorulsa, “Ölüm sebebiniz ne olabilir?” diye milyon tane sebep sıralasalar bile birbirlerine zarar verecekleri kendilerinin bile aklına gelmez.
Hastalıklı sevgi böyle bir şey.
Kaybedeceğinizi düşündüğünüz an aklınızın, vicdanınızın hele hele kalbinizin almayacağı, kabul etmeyeceği eylemleri size yaptırabiliyor.
İki sevgili son dakikalarda ne tartıştılar, ne konuştular elbette bilemeyiz ama olayın gerçekleşme şekline bakılırsa, hastalıklı sevgiye sahip kadın önce sevdiğini, ardından kendini öldürmüş.
Bu olaydan şu sonucu çıkarmak mümkün.
Hiçbir şeyi hastalık derecesinde sevmemek lazım.
Başta kendinize zarar verirsiniz. Marazi sevgi sahibini tüketir önce. Ardından sevdiği şeye zarar vermeye başlar.
Devletinizi, milletinizi, ırkınızı, ailenizi, soyunuzu sevmeyi de buna dahil edebilirsiniz.
Hitler en büyük zararı çok sevdiğini ileri sürdüğü Alman ırkına vermedi mi?
Almanya’ya Hitler’den daha korkunç ve büyük bir zarar veren var mı?
Keza dine en çok zarar verenler, dini kendilerinin yorumundan başka yoruma kapatanlar, kendi tekellerine alan olmamış mıdır her zaman?
İŞİD’çileri insan yakacak kadar zalimleştiren temel motivasyon ne olabilir sizce?
Devlet adına cinayet işleyebilecek kadar canavarlaşan insanları görmeye başlamadık mı son dönemlerde?
Maşuku tarafından öldürülen aşıklarla doludur tarih. Hayranları tarafından öldürülen ünlü sayısı hiç de az değildir.
Eğer sevginiz hastalıklı bir şeyse, sevdiğinize zarar vermeniz kaçınılmazdır. Belki de onun sonunu kendi elinizle hazırlarsınız. Üstelik bunu büyük bir coşkuyla ve isteyerek yaparsınız.
Vatan Şaşmaz’ı öldüren şey de budur kanaatimce. Kendisini hastalık derecesinde seven ve bu sevginin dengesizleştirin canavarlaştırdığı sevgili.
Allah herkesi hastalıklı sevenlerden korusun.
Meral Aslan