Cemil Topuzlu’da limon gibi bir
akşam.
Ay en dolgun haliyle bir
elma gibi karanlık gökyüzünde asılı.
İstanbul Kültür ve
Sanat Vakfı’nın Caz Festivali’nde yeni bir konser.
Akdeniz’in divaları suyun dörtbir kenarından İstanbul’a gelmiş.
Fırat’ın ötesinden de Aynur Doğan var.
Gitar ustası Javier Limón sahnede gitarı çalmıyor, konuşturuyor.
Bir yandan da
İspanyol aksanı İngilizcesi ile
seyirciyle müthiş bir
iletişim kuruyor, İstanbul’a olan hayranlığını dile getiriyor.
Seyirci de okumuş çocuklardan oluşmuş, çoğunluğu Javier’in söylediklerini anlıyor, her cümlesinin ardından müthiş bir alkış dalgası geliyor.
Her şey mükemmel, ortam,
müzik, hava, seyirci.
Tam
festival ortamı...
Sahnedeki grubun adı “Mujeres de Agua” yani “Suyun
Kadınları”.
Akdenizli usta kadın
sanatçıların Javier Limón’un flamenkosuna getirdikleri yorumları dinlemek için burada 5 bini aşan kalabalık.
‘’Mujeres de Agua - Suyun Kadınları’’ konseri için ilk kez bir araya gelen Akdenizin divaları arasında Buika, Aynur, Rita ve Glykeria var. Sürpriz ise Hüsnü Şenlendirici...
İsrail’den İspanya’ya, Yunanistan’dan Türkiye’ye uzanan sesler, ritmler...
La Schica mini konserini tamamlıyor ve Aynur sahneyi alıyor.
Yanık sesi,
Limon’un gitarı eşliğinde yüreklerimizi titretiyor.
Öylesine güçlü bir ses ki, beynimizi delip geçiyor.
Ortak acılarımızı mı anlatıyor
Kürtçe dilinde bilemiyorum.
Birinci şarkının sonunda başlayan homurdanma, üçüncü şarkının başlangıcında çirkin bir protestoya dönüyor.
‘’
Türkçe’’ diye bağırıyor karanlığın içinden bir ses.
1960’ların Rumları
hedef alan ‘’Vatandaş Türkçe konuş’’ kampanyasını anımsıyorum.
Dili, etnik kökeni, inancı, düşüncesi nedeniyle aşağılanan, hor görülen,
toplum dışına itilen insanlarımız geliyor aklıma birden.
500-600 kişilik bir grup ıslıkla protestoya başlıyor, derken kendini bilmezin biri bir
yastık fırlatıyor Aynur’a doğru.
Genç sanatçı bembeyaz elbisesi içinde, bir güvercin gibi ürkek, tedirgin.
5 bin kişinin içinde çırılçıplak kalmışçasına şaşkın.
Hepimiz öyle.
Seyirciler de, sahnedeki sanatçılar da...
Sonra protestocular birer ikişer ortalığa dökülüp Açık Hava’yı terk etmeye başlıyor.
Karanlığa rağmen hemen tanıyorum onları...
Onlar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü,
Başbakan Tayyip Erdoğan’ı
spor salonları ve sahalarında yuhalayan, ellerinde bayraklarla Hurşit Tolonların peşinde koşan insanlar.
Orta
sınıf Türk insanları...
Gözleri kendilerinden başka bir şey görmeyen, her şeyi kendilerine hak sayan, toplum içindeki eşitsizlikleri insanların cehaletine bağlayan bildiğimiz yurdum insanı.
1940’larda Almanya’da doğmuş olsalar Yahudileri damgalayıp dışlarlardı.
Burada nefretlerini bir dile, bir kültüre döküyorlar.
Kimin ve neyin konserine geldiklerini bilmeyecek kadar dünyadan habersiz ve cahil bir kitle.
Laiklik ve Türklük adına nereye güdülürlerse oraya gidiyorlar.
Kahramanmaraş ve Çorum’da da onlar vardı, 6-7 Eylül’de
Beyoğlu sokaklarında da onlar geziyordu.
Kapının önünde
İstiklal Marşı okumaya kalkıp provokasyonlarını sürdürmek istiyorlar..
İnsanın içini acıtan hüzünlü bir tablo.
Ama gelecek adına umut veren yönü de var...
Onların boşalttığı koltuklar bir avuç sadece.
Geride kalan binler, gecenin sonunda sahneye çıkan Aynur’a alkış tutarken sadece
genç bir sanatçıya, bir Kürt’e sahip çıkmıyor, ülkenin barışına ve geleceğine de sahip çıkıyor.
Onlar sadece bir avuç...
Ve tarihin bu aşamasında faşizmin kazanma şansı hiç ama hiç yok..
Tutuklu
general zırvalığı
Başta
CHP lideri
Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP yandaşları son pusuda bu kadar askerimizin ölümünü askerin moralinin bozukluğuna bağlıyor.
Askerin morali neden bozuk?
Generaller hapiste diye...
Rektörler
tutuklu ama akademisyenler bilimsel faaliyette moralleri bozulmadan görevlerini yapıyor.
Ancak bu asker belli ki çok hassas, yasadışına çıkmış bile olsa,
generaller tutuklanınca morali bozuluyor.
Moral bozukluğunun bedelini ise morali bozulanlar değil, gariban
Anadolu çocukları ödüyor.
O zaman Kılıçdaroğlu’na ve candaş kalemşörlerine soralım:
- Bu generallerin ve askerlerin morali Irak’ta askerlerimizin başına çuval geçirilince bozulmadı da, şimdi mi bozuluyor?
-
Dağlıca ve Aktütün’de bildiğimiz kadarıyla tutuklu general yoktu. Orada da kasta varan ihmaller ortaya çıktı ve üstü kapatıldı. O zaman morallerini ne bozuyordu?
Demokrasi mi yoksa?