Geçen yıllarda ortaya basit bir soru atmıştım: "Eczaneler neden
pazar günleri kapalıdır?" (Buna bağlı olarak: Neden insanlar
nöbetçi eczane aramak zorunda bırakılır?)
Bu sorunun "mesleğin özellikleri ve ticaretin gerekleriyle" ilgili tatmin edici bir cevabı var mı? Yok! Varsa da ben duymadım.
Sadece ve sadece Eczacılar Odası öyle istediği için yapılan bir
uygulama bu...
Eczacılar Odası böyle de, benzeri diğer kuruluşlar farklı mı? Eskiden sadece eczaneleri değil, diğer dükkanları, örneğin bakkalları da pazar günü kapatırdı devlet.
Nüfus artıkça ve
sivil siyaset güçlendikçe bu uygulama kaldırıldı.
Ancak odaların, baroların, birliklerin hegemonyaları ve dolayısıyla tuhaf uygulamaları sürüyor.
***
Eczane örneğini bir kez daha aklıma getiren 'Liberal Düşünce Topluluğu'nun (LDT), 'Uluslararası Sivil Toplumu Geliştirme Derneği'nin desteğiyle yaptığı çalışma oldu.
Temel soru şu:
Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları... (Örneğin
Barolar Birliği, Diş Hekimleri Birliği,
Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu, Mimarlar ve Mühendisler Odaları Birliği, Tabipler Birliği, vd.) Demokrasinin neresinde durmakta?
Bu tip kuruluşların Tek Parti (1923-1946) döneminin korporatist zihniyeti çerçevesind
e devlet denetimine alındıklarını biliyoruz.
Tabii bununla yetinilmedi, söz konusu meslek kuruluşlarının devleti (Kemalist Bürokrasiyi, Vesayet Rejimini) desteklemesi de sağlandı.
"Korporatizm"
toplumu farklı çıkarlara sahip
sınıf ve zümrelere sahip bir toplam olarak görmez. Ona göre toplum, çıkarları birbirini bütünleyen mesleklerden oluşmaktadır.
Bu mesleklerin çatışmadan iş görmesini sağlayan da sözünü ettiğimiz kuruluşlar ve devlettir.
Korporatizm, faşizmin toplumsal temelidir.
***
Sonuçta öyle bir düzen kuruldu ki...
Türkiye ağır aksak da olsa
serbest piyasa ekonomisine doğru ilerlerken, bu meslek kuruluşları, Orta Çağ'da şekillenmiş bir lonca zihniyeti ile davranmaya devam ettiler.
Sektörde çalışmak için üye olunması zorunlu olan bu kuruluşlar, kendilerini meşrulaştırmak için "Kendimiz için bir şey istiyorsak namerdiz; biz kamu yararını gözetiyoruz" dediler.
Elbette işin içinde belli miktarda kamu yararı var: Sahte doktorların,
dolandırıcı avukatların vatandaşı kandırması, büyük ölçüde bu tip kuruluşlar sayesinde engelleniyor.
Peki ya sonra ne oldu?
Kamu yararı yerine, üyelerinin bir kısmının
ekonomik ve idari hakları için çalışan birer "menfaat grubu", "çıkar organizasyonu" haline geldiler.
Sağlık alanındaki tartışmalar buna güzel bir örnek. Birliklerin üyelerinin çıkarını nasıl da koruduğunu görüyoruz. Peki ya
hizmet alan konumundaki vatandaş? Onun çıkarı ve tercihleri nerede?
Hani kamu yararı korunuyordu?
***
Bu kadarla kalsalar yine iyi...
Çoğu kuruluşun, aynı zamanda "Kemalist" bir siyasi çizgi takip ettiklerini de görüyoruz. (Kimi Sağ, kimi de Sol Kemalist.)
Çelişki müthiş: Hem üye olmak zorunlu, hem oda yönetimi siyaset yapıyor.
Bütün elektrik mühendisleri ya da mesela İstanbul'un bütün avukatları CHP'li mi?
Elbette değil. Peki, nasıl oluyor da ilgili kuruluşların, yönetimi ele geçiren ekipleri böyle davranabiliyor?
Bu ve benzeri çelişkilerin giderilmesi, meslek kuruluşlarının ya "siyaset dışı" kalması ya da "rekabete açılması" olması gerekiyor!
AKP'li bir mühendis, MHP'li bir avukat, demokrat bir doktor niye CHP'yi savunan odalara, barolara, birliklere üye olmak zorunda kalsın?
İnanılır gibi değil ama milyonlarca üyesi olan bu meslek kuruluşlar,
radar altında kalabiliyor.
Örneğin
TÜSİAD ve TESEV'in Yeni
Anayasa çalışmalarında etkin rol oynayan Prof.
Ergun Özbudun, konuya gereken önemin verilmediğini söylüyor.
Halbuki olay ciddi!