Aday listeleri üzerinden bin bir yorum yapıyoruz ama açık bir gerçek var:
Büyük kentlerde
aday değil parti önemli... (Buna karşılık
küçük kentlerde adayın önemi artıyor.
Tabii o da bir dereceye kadar...)
Okumuş, paralı ve
CHP'li orta sınıfta, "Halkımız oyunu bilinçli vermiyor" şeklinde bir muhabbet vardır.
Halbuki bu arkadaşlar oylarını bilinçli biçimde kullanıyormuş.
Eğitimsiz ve dolayısıyla bilinçsiz
halkımız ise oyunu AKP'ye veriyormuş.
Kendilerini ne de güzel aldatıyorlar!
Okumuş, paralı, CHP'li
seçmen de oyunu "sürü" şeklinde kullanıyor.
Belediyelerden örnek vereyim.
Bana inanmıyorsanız, Mustafa Sarıgül'ün başkanlığındaki
Şişli Belediyesi ile CHP'nin kazandığı diğer belediyeleri kıyaslayın.
Ben bunlardan birini epey tanırım. Şişli ile kıyaslandığında belediyenin cevval bir yapıya sahip olduğu söylenemez.
İlçeye yapılan tüm kayda değer yatırımları AKP'li Büyükşehir yapıyor. Buna karşılık CHP'li başkan
seçim üstüne seçim kazanıyor.
Bu olay bize sözünü ettiğim laikçi orta sınıfın da "sürüsel" bir
oy verme fazında olduğunu gösteriyor.
Dolayısıyla parti kimi aday gösterirse göstersin, bu kesim gidip CHP'ye oy verecektir.
Çünkü Türkiye'nin tutucuları onlar. (Yüzergezer oyların en az olduğu partilerin başında CHP gelir.) Velhasıl
Ergenekon sanıklarının CHP'den aday gösterilmesinin partide kayda değer bir oy kaybına yol açacağını sanmıyorum.
***
Buna karşılık bir Ergenekon sanığını aday göstermek, küçük kentlerde MHP'nin oyunu etkileyebilir.
Çünkü MHP seçmeni, CHP seçmeni gibi değil.
Başbakan Erdoğan'a kayıtsız kalamıyor.
AKP'den gelen mesajlara kulağını tıkamıyor.
Üzerine düşünüyor. Etkileniyor.
Hem unutmayalım ki AKP, bazı bölgelerde, yıllar içinde
demokrasi çizgisine yaklaşmış eski ülkücüleri aday gösterdi.
Bir yanda
Ergenekon sanıklarının iticiliği...
Diğer yanda AKP adayı eski ülkücüler...
Bu denklem MHP tabanından AKP'ye doğru oy kaymasına yol açabilir.
Korkan böyle yapmaz
Hatırlarsınız: 12
Eylül referandumundan hemen sonra "korkuyoruz", "endişeliyiz" yaygarasına başlamışlardı.
O zaman da söyledim, şimdi de söylüyorum:
Külliyen yalan! Kimsenin korktuğu filan yok. Siz korku nedir gidin bir avuç kalmış
Ermeni vatandaşımıza sorun.
Korkan bir insan, türbanlı bir kızı tiyatroda
taciz eder mi? (Hem de bu kişi Başbakan Erdoğan'ın kızı Sümeyye!)
Korkan bir insan TV'ye çıkıp dakikalarca hükümete ve Başbakan'a hakaretamiz laflar eder mi?
Fakat bu "korku söylemi" o kadar yaygınlaştı ki sosyal bilimciler bile tuzağa düştü.
***
Nilüfer Göle bir söyleşisinde Ortadoğu'daki halk hareketlerini "korku" kavramından yola çıkarak açıklıyordu.
Nur Vergin de korku üzerine çeşitlemeler yaptı geçenlerde Neşe Düzel ile konuşurken.
Halbuki ikisi de yakın tarihlere kadar "duyguların sosyolojisi" gibi bir konuyla ilgili değildi.
Derken aniden korkunun gücünü keşfettiler.
Belli ki çevrelerindeki laikçi burjuvalar korkudan söz ediyor diye, onlar da modaya uydu...
Tabii bunu yaparken, eski gözde kavramlarını unutuverdiler. Örneğin Nilüfer Göle 1990'larda yükselen değerlerden söz ediyordu.
Hani 2000'li yılların yükselen değerleri?
Artık yükselen değer kalmadı mı?
Var ama yükselen yeni değerlerden söz etmek tehlikeli: "Nilüferciğim sen de AKP'li olmuşsun" deyiverirler.
Kaş kaldırmalar, yüz ekşitmeler, yengeçvari laf çakmalar: Tahammülü zor bir baskıdır bu...