Televizyon ekranlarında ulusalcı görüşleri savundu, Ergenekon’un avukatlığına soyundu ve bir anda kendini
İstanbul Barosu Başkanlığı’nda buldu.
Hani şu Genç Sivillerin eylemine şiddetle tepki gösteren Baro’nun başkanı oldu.
Türkiye onun zihniyetindeki bir hareketin yönetimine girse, o Baro’nun üyelerine sadece icra takibi ve
tahliye davası işi kalacak ama ne kadar farkındalar bilmiyorum.
Evet,
Ümit Kocasakal’ın dediği gibi özellikle Ahmet Şık’ın ‘İmamın Ordusu’ kitabının
soruşturma ve kovuşturmasında ciddi hatalar yapıldığı ortada.
Avukatlara yönelik müdahale bir hukuk devletinde kabul
edilebilir bir
uygulama değil.
‘Amaca ulaşmak için her yol mübahtır’ anlayışının esintilerini taşıyan bir uygulama bu ve hukuka saygısı olan herkesi rahatsız etmesi gerekir.
Ancak, hukuksuzluktan şikayet nedense Ümit Kocasakal’ın ağzına pek yakışmıyor.
Çünkü Sayın Kocasakal’ın çok seçmece bir
adalet anlayışı var.
Dava süreçlerindeki haksızlıkların sadece Silivri’deki uygulamalarını görüyor.
Mesela kendisinden Diyarbakır’daki
KCK Davası veya Orhan Pamuk’un
Yargıtay Hukuk
Kurulu kararıyla tazminata mahkum edilmesindeki hukuksuzluğa tepkisini duymuyoruz.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na güveninin kalmadığını söylemiş.
İyi yapmış, güvendiğini söylese biz kendimizden şüpheye düşerdik.
Aslında Pamuk kararından sonra hukuka güvenmeli miyiz diye bir daha sormak lazım.
Üstelik karar, eski dönemin başkanlarının eseri.
Sırf bu yüzden olsa gerek,
Baro Başkanı bu konuda tam
siper.
Kendisinin son açıklamasıyla doğru yerde durduğumuzu bir daha gördük.
Referandumdaki tavrından bu kurul ağzıyla kuş tutsa, Ümit Bey’e yaranamayacağı belliydi zaten.
Ümit Kocasakal 10 bin küsur kişilik bir baronun 5 bin kadar üyesinin oyuyla göreve gelmiş biri ama siyaseten kendini halkın yüzde 47’sinin oyunu almış iktidardan güçlü görebiliyor.
Tipik bir seçkinci
sınıf temsilcisi olma çabası var Ümit Bey’in ama henüz orada değil.
Mehmet Haberal’ın çok gerisinde bu açıdan.
Ne de olsa, ne oteli, ne üniversitesi ne de televizyon kanalı var.
Üstelik henüz sınanma aşamasında.
Onun için alabildiğince keskin.
Ama dediğim gibi, insanın onun tavrını duyunca, Baro’nun savunduğu hukuktansa, hukuksuzluğu savunası geliyor.
Kaybettiği ortada bir dünya görüşünün bir temsilcisini ekranda bağırıp çağırmasını izlemek aslında bir bakıma eğlenceli. (Şemdinli’de nerelerdeydiniz Ümit Bey. Sesiniz de gür çıkardı o günlerde.)
Takımınızın kazandığını bildiğiniz bir maçı banttan izlemek gibi bir şey.
Bankalar ve
tedbir
İş Bankası Genel Müdürü
Ersin Özince,
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’la giriştiği bir
tartışma sonucu
istifa etti.
Daha doğrusu emekliliğini istedi.
İş Bankası’nın artık yeni bir genel müdürü var, dileriz kendisi bankasını
zeytin işine sokmaz veya medyadan ortaklar aramaz.
Bankalara gelince...
Hep baskından söz ediyorlar.
Ben de onlara soruyorum, ‘
Bankalararası Kart Merkezi’ uygulaması rekabete uygun mudur?
Bütün bankaların biraraya gelip
kredi kartı faizini belirlemesi, serbest rekabete uygun mudur, tüketicinin yararına mıdır?
Buna
BDDK da
cevap verebilir elbette...
Doğan’ın satışı
Doğan’ın bazı varlıkları elden çıkaracağı biliniyor.
Vergi cezalarının ardından ilk karar
Kanal D,
Star Televizyonu, Posta,
Milliyet,
Vatan ve Fanatik’in satılması yönündeydi.
Ancak Danıştay’dan gelen haberler üzerine televizyon kanallarının satışından vazgeçildi.
Şimdi geriye sadece büyük bölümü zarar eden gazeteler kaldı.
İşin ilginç yanı Amerikalılar’ın bu satışa da ilgi duyması.
Doğan’ın bu gazetelere 200 milyon dolar istediği,
Texas Pasific Group ve KKR adlı fonların pazarlığı sürdürdüğü belirtiliyor.
Bu gazetelerin kâra geçmesi pek kolay görünmediğine göre yatırımcıların farklı hesapları var demek.
Benim duyumum, Mey İçki’yi büyük kârla satan TPG’nin çok iddialı olduğu yönünde.
Düzeltme:
Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı
Mehmet Özhaseki ile yaptığım röportajda, Başkan’ın Belediye
Meclis üyeleri için yaptığı ‘Hepsi varlıklı. 300 bin lira onlar için önemsiz para’ yorumu, belediye çalışanlarını da kapsar biçimde çıkmış.
İddianamelerdeki gibi, sehven bir hata olmuş, düzeltirim.