Zülfü Livaneli dostumuz, yıllardır
Türkiye'nin "üç kutuplu" hale geldiğini söyler durur ve "bunu ilk keşfeden kişi" olmakla da sürekli övünür.
Bu kutuplar, Türk milliyetçiliği,
Kürt milliyetçiliği ve İslamcılık'tır.
Yani sağcılık-solculuk falan da tarihe karışmıştır artık. Emek-
sermaye çelişkisi yoktur. Köylü-kentli ayırımı da kalmamıştır.
İstanbul-
Anadolu kutupları yokolmuşlardır.
Bravo. Bu müthiş tesbitin ardından, kendisinden "mevsimlerin ilkbahar, yaz, sonbahar ve kış olduğu" gibi derin ve çarpıcı buluşların, "dört yanı denizlerle çevrili kara parçasına ada denildiği" gibi önemli gerçeklerin de dile getirilmesini bekleriz...
Sanırız bu bilimsel tahlilde,
Stockholm ve Fairfax Üniversiteleri gibi ilim ve irfan kurumlarından aldığı yüksek eğitim de etkin
destek olmaktadır.
Ne yazık ki bu müthiş sezgi ve
analiz gücünü, yeni gelişmeleri, kutupların son durumunu irdel
emekte kullanmıyor.
Kutupların varlığını yeni keşfedenlere "acı acı gülmekle" yetiniyor.
Kutuplardan birinin, Türk milliyetçiliğinin giderek "irtifa" ve
mevzi kaybettiğinin, bürokrasinin eskisi gibi ileri geri ağzını açamadığının, milliyetçi partinin meclise girebilip giremeyeceğinin bile tartışılır duruma geldiğinin herhalde farkındadır. Sanatçı sezgilerinin bunu işaret etmemesi düşünülemez.
Kutuplardan ikincisinin, İslamcılık'ın da tırnaklarının söküldüğünü, tıpkı milliyetçilik gibi "ehlileştiğini",
iktidar partisinin İslamcı "oy çekirdeğinin" de alt tarafı yüzde onlar dolaylarında dolaştığını, bizzat kendi solcu arkadaşlarının deyimiyle "Türkiye'de ciddi bir şeriat
tehlikesinin mevcut olmadığını" da herhalde idrak edecek izana da sahiptir.
Üçüncü kutubun, Kürt milliyetçiliğinin de "asgari" taleplerini elde etmiş bulunduğunu, hakların yeni bir anayasayla daha da genişletilmek üzere olduğunu,
bağımsızlık davası güdenlerin de tıpkı şeriatçılar gibi
küçük bir azınlıkta kaldıklarını elbette görmektedir.
Bu durumda kutup pilavı artık su kaldırmamaktadır ama ısıtıp ısıtıp sürmekte belki ticari açıdan fayda vardır, biz onu bilemeyiz...
Fakat sevgili dostumuz çok endişelidir.
"Önümüzün karanlık olduğunu, Türkiye'nin hızla
duvara doğru gittiğini" söylemektedir. Hepimiz bu duvarın altında kalacakmışız.
Gegen die Wand... Bu acaba, Fatih Akın'ın ünlü filmindeki gibilerden bir duvar mıdır? Yani
araba duvara mı çarpacaktır? Filmde Sibel Kekilli de oynamakta mıdır?
Yoksa duvar çarpmadan mı yıkılacaktır? Ne menem bir duvardır bu?
Acaba Türkiye'ye şeriat mı gelmektedir?
Yoksa ufukta bir
darbe tehlikesi mi belirmiştir?
Ya da Türkiye bölünecek midir?
İç savaş mı çıkacaktır?
Recep
Tayyip Erdoğan "Sultan Birinci Recep" adıyla
tahta mı geçecektir?
Nasıl bir tehlike var da biz ferasetimiz olmadığından farkında değiliz?
Aydın Doğan mı gazeteyi satacaktır da yazacak yer aranacaktır, yoksa
CHP bu seçimi de mi kazanamayacaktır?
Beş ay sonra Kılıçdaroğlu'nun başkanlığı
tartışma konusu edildiğinde ve "bu adamdan da hayır gelmez" görüşü gündeme geldiğinde acaba Sayın Livaneli'nin yeni bir genel başkan adaylığı o menhus duvarda bir gedik açamaz mı?
Sayın Livaneli'nin duvar teşbihine açıklık getirmesini istiyoruz. Bizi nasıl bir tehlikenin beklediğini öğrenmek hakkımızdır. Duvar deyip kaçmak yoktur,
beton mu, taş mı, tuğla mı, ahşap mı, kerpiç mi,
horasan mı, yığma mı, Ytong mu, anlatacaksın.