Tayyip Erdoğan hedefi olan bir
siyasetçi, o nedenle köşe yazarlarıyla aynı fikirde olması mümkün değil.
O nedenle “demokratik açılıma”
destek veren yazarların seçime az kala
iki dil konusundaki yaklaşımlarından, bu konudaki özgürlükçü tutumundan rahatsız olabiliyor.
Demokratik özerklik bizim için iktidara yönelik siyasi bir manevra olarak değerlendirilebilir ama onun için varlık nedeni.
Ayrıca kendisi Sauna,
Atabeyler diye adlandırılan ve bir şekilde “
vesayet” sistemi tarafından örtbas edilen suikast girişimlerinin doğrudan hedefi olmuş bir isim. O nedenle zaman zaman hassas davranması anlaşılabilir.
O bazen gaza, bazen frene basacak.
Kamuoyu araştırmalarına, kendisine yönelik tezgahlara uygun
cevap vermek zorunda.
Biz de onun taktik davranışlarını değerlendirmek, gerektiğinde eleştirmek durumundayız.
İki dile serbesti konusunda tavrımız böyle.
Bu tavrın Erdoğan’ın hem
Kürtleri küstürmemek, hem de Batı’daki oy desteğini kaybetmemek üzerine kurulu olduğu açık.
Haydi Erdoğan’a kızalım.
Ama onu daha liberal davranışa zorlayacak bir başka parti var mı diye de bakalım.
“Kürt” adını ağzına almayan bir anamuhalefet partisi lideri var karşımızda.
Nedenini etnik kökene dayalı siyaset yapmamak üzerine kurmuş.
O zaman
yoksulluk ve yokluk üzerine de kurmasın siyasetini.
Çünkü o da
sınıf anlayışı üzerine kurulu bir siyaset yapmak anlamına gelebilir.
Görüldüğü kadarıyla Kılıçdaroğlu 1970’lerin popülist solundan çok, 1930’ların “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış”
toplum anlayışını sürdürmeye çalışıyor. Şimdi Baş
bakan Erdoğan’ın eleştirdiğimiz
bütçe konuşmasıyla Kılıçdaroğlu’nun iki dil konusundaki açıklamalarını kıyaslayınız.
Yeni anayasada
Kürtler başta
azınlıklar konusunda AK Parti’den mi,
CHP’den mi umutlu olursunuz? MHP’ye dönersek, onun tavrı tartışmasız ortada. Aslında son açıklamalara, siyaset yaklaşımına bakınca, insan niye MHP ve CHP diye iki parti var diye düşünmekten alakoyamıyor kendini.
Bir
ülkenin muhalefeti, iktidarı daha yasaklayıcı daha şoven olmaya zorlarken...
Oy tabanının önemli bir kısmı faşizan diyebileceğimiz siyasete destek verirken..
Kanaat önderleri,
sivil toplum kuruluşları ve
gazete yazarları dışında ikitidarı daha demokrat olmaya zorlayan kimse veya kurum yokken...
AK Parti’den vazgeçince, neyi
tercih ediyor olacağız. Daha demokrat, daha özgürlükçü bir tek kurum var mı? Önce bir alternatifinize bakın.
“Hayata dönüş” operasyonunu kendi denetiminizdeki demokratik sol bir bakan yaptığı için susmakla kalmadınız, destek verdiniz.
Dayak yiyen öğrencilere verdiğiniz desteğin binde birini orada gazlanan insanlara vermediniz. İkiyüzlüsünüz.
AK Parti’den daha demokrat olacaksanız, çıkın ortaya, Kemalizmi süsleyip püsleyip bize yedirmeye çalışacaksanız, kapı orada.
Pınar Doğan’a sorular
Batı’da hukuki bir
uygulama var, çocuk tacizcisi iseniz Amerika’nın kimi eyaletlerinde kapınıza, “Bu evde bir çocuk tacizcisi oturuyor” diye levha asılıyor.
Geçmişiniz geleceğinizi aydınlatıyor diye bakılıyor. Şimdi
Türkiye, askerin
darbe geleneğiyle gelmiş bir ülke.
Hala dil konusu gibi üstüne vazife olmayan meselelerde, kimsenin ciddiye almadığı bildiriler yayınlayabiliyor mesela.
Çetin Doğan da bu
darbeci geleneğin bir ürünü. Şimdi, Pınar Doğan “Babam,
Hilmi Özkök gibi bu sistemin aykırı bir üyesidir. Demokrasiye yürekten bağlıdır” diyor mu?
Hilmi Özkök’ün Çetin Doğan’a “Darbeni yakaladım
paşa” dediği doğru mu?
Hasan Cemal’in kitabında yazdığı gibi, Cem Uzan’a “darbe yapamıyoruz” haberini gönderen Doğan mı?
(Bu özel bir soru) Babanızın
duruşma salonu önünde, bir askere ayakkabısını sildirmesinden rahatsız mısınız?
Yav, sizin babanız demokrat mı, darbeci mi?
Meşrebe uygun imam
Bazı arkadaşlar, bir tazminat konusu nedeniyle aradılar. Kendilerine bir fıkra ile cevap verdim. İki muhafazakar yolda karşılaşmış. Biri Ramazan’ın yaptırımlarının sıkıntılarıdan bahsetmiş. Diğeri de “Valla ben meşrebime uygun bir imam buldum, herşeyi yapıyorum” demiş. Bizimki de o mesele.