'Erdoğan'ın
Lübnan gezisi,
Ortadoğu'nun yakın gelecekteki belirsizliğini dağıtmadığı gibi,
Türkiye'nin uluslararası
politika konumundaki belirsizliği de beslemiş olabilir.'
Başbakan Tayyip Erdoğan, Lübnan’a iki gün süren ve yoğun temaslarla süren bir gezi gerçekleştirdi. Bu, Türk medyasının algılamasının aksine, Erdoğan’ın öyle “rutin” dış gezilerinden biri değildi. “Sembolizm”i hayli yüksek,
dış politika çağrışımları önemli bir geziydi.
Geziyi önemli kılan, Lübnan adlı,
İsrail’e komşu ve Türkiye ile de ciddi sürtüşmeler yaşayan
Yahudi devletiyle sorunlu,
Suriye nüfuzu altındaki
küçük ülkeye çok kısa süre içinde en üst düzeyde yapılan ikinci ziyaret olmasıydı.
Tayyip Erdoğan’dan kısa süre önce
İran Devlet Başkanı
Mahmut Ahmedinejad da Lübnan’a hayli ses getiren bir ziyaret yapmış,
Güney Lübnan’a, İsrail sınırının dibindeki Şii kasabası Bint Jbeyl’e de uğramış ve İsrail’e yönelik çok sert konuşmalarıyla yankı yapmıştı.
Tayyip Erdoğan, Lübnan’ın neredeyse her yönüne ayak bastı. İsrail’e yönelik sert mesajlarını, ülkenin en kuzeyinde bir
Türkmen yerleşiminde yaptı. Güney Lübnan’a 2006’daki savaştan sonra yerleştirilen UNIFIL bünyesindeki Türk birliğini ziyaret vesilesiyle gitti. Ayrıca,
Beyrut’un güneyinde, Başbakan Saad
Hariri’nin bir suikaste
kurban gitmiş babası Refik Hariri’nin memleketi Sayda’da bir tesisin açılışını yaptı.
Başkent Beyrut’ta Lübnan denklemine taraf tüm örgütlerin liderleri ve temsilcileriyle ayrı ayrı görüştü. AB’nin Schengen’ine karşılık,
bölge ülkeleri arasında vizeden muaf bir serbest ticaret bölgesi oluşturulması çağrısını Beyrut’ta yaptı.
Bütün bunların, tümünün, bir hayli “sembolizm”le yüklü bir anlamı söz konusu.
Adı konmamış bölgesel
rekabet
Tayyip Erdoğan, Lübnan’a “bu bölgede güç merkezi olarak sadece İran değil, ben de varım; Türkiye var” mesajını, Lübnan üzerinden tüm bölgeye ve uluslararası sahneye iletmek üzere gitmiş oldu.
Ahmedinejad’ın Beyrut-Güney Lübnan eksenindeki turuna karşılık, Lübnan’ın kuzeyine ve Hariri’nin memleketi Sayda’ya özel olarak ayak basarak, “Lübnan Sünnileri”nin bölgesel siyasi merkezinin Türkiye olduğunu, dile getirmeden ifade etmiş oldu.
Gerçi, İsrail’in kendisi başta olmak üzere, ziyareti yakından izleyenler, İsrail’e karşı alışılmadık ölçüde sert açıklamaları üzerinde odaklandılar ama Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e ilişkin mesajları, Ahmedinejad’ınkilerden hem ton ve hem de –daha önemlisi- içerik olarak çok farklı nitelikteydi.
“İsrail, Lübnan’a en
modern hava gücü ve tanklarla kadınlar ve çocukları öldürmek, okulları ve hastaneleri yıkmak üzere gireceğini ve bizim buna sessiz kalacağımızı mı düşünüyor” diyerek, Lübnan’a bir
İsrail saldırısı karşısında Türkiye’nin desteğini ilan etti ama bu son derece sert sözleri, Ahmedinejad’ın “Siyonist devleti ortadan kaldırmak” yönündeki sözleriyle kıyaslanamaz bir farklılık ortaya koyuyor.
Türkiye’nin Başbakanı, İsrail devletinin varlığını sorgulamıyor, onu “bölgede barış ve istikrar içinde” yer almaya davet ediyor.
İsrail’e karşı sarfettiği sözlerin ağırlığı bir yana, Türkiye’yi –İran’dan farklı olarak- bölgenin “yumuşak güç” kullanan bir “bölge gücü” olarak sunuyor. Bu iddiayı güçlendirmek üzere, bir dizi
ekonomik ve ticari anlaşmayı gerçekleştiriyor.
İnce ve hassas dengeler Lübnan’da bazı yorumcular, Erdoğan’ın tüm manevrasını Türkiye’nin yavaşça da olsa İsrail’e karşı “direniş cephesi”nde yani İran-Suriye hattında yer almaya başlaması olarak yorumlamak eğilimindeler.
Amerika’daki İsrail lobisi ve İsrail’in kendisi de bundan farklı yorumlamıyorlar.
Oysa. Tayyip Erdoğan’ın Lübnan’da sergilediği Türkiye’nin Ortadoğu politikası daha ince hatlar üzerinde ve esas olarak “İran ile rekabet” zemininde yol almaya çalışıyor.
Lübnan, “Suriye-Suudi
Arabistan uzlaşması”nın kırılgan zemini üzerinde “
egemen bir devlet” olarak
yaşam savaşı veriyor. Refik Hariri suikastını soruşturan Uluslararası Mahkeme’nin Hizbullah’ın (İran-Suriye ekseninin Lübnan’daki uzantısı, Lübnan Şiilerinin temsilcisi) yakasına yapışması ihtimalinin güçlendiği şu günlerde, ülkeyi tehlikeli bir gelecek bekliyor.
Türkiye’nin Lübnan’da “Suriye-
Suudi Arabistan uzlaşması”nı takviye eden bir role girmesi, bölgede İran’a karşı “nüfuzunu geliştirici” bir sonuç verebilir.
Ne var ki, Lübnan’ın kırılgan zemininde meydana gelecek gelişmeleri önlemeye Türkiye’nin gücü de yetmeyebilir.
Ayrıca, İsrail’e karşı pozisyon almadan bölgede “nüfuz sahibi” olunamayacağı için Türkiye’nin hamleleri anlaşılır olsa bile, bunların Washington’ta Türkiye aleyhinde bir “çarpan etkisi” yapmasının da önüne geçilemeyebilir.
Soru işaretleri
Tayyip Erdoğan’ın iki günlük Lübnan ziyareti, arkasında etkisini önümüzdeki aylara bırakacak sonuçlarla tamamlandı.
Lübnan gezisi, Ortadoğu’nun yakın gelecekteki belirsizliğini dağıtmadığı gibi, Türkiye’nin uluslararası politikadaki konumundaki belirsizliği de beslemiş olabilir.
Önümüzdeki dönem, iç politika kadar, dış politikada da heyecanlı gelişmelere gebe gözüküyor...