Bütün değerler siyasallaşmışken vicdanı savunmak


Hasmın ailesine dokunmamak İtalyan mafyasının değerleri arasındaydı. Hoş zamanla o da yıprandı. Ama yine de bir değer olarak kaldı. Taa ki 1991'de Sovyetler Birliği çökene dek. O tarihten sonra Rus mafyası gemi azıya aldı. İşsiz kalan bilimcileri de alarak ABD'ye geldi Ruslar... İtalyan ve Latin mafyasına karşı pazar mücadelesi verirken hiçbir değer tanımadılar. Hasmın oturduğu evi; kadın, çocuk, yaşlı demeden toptan havaya uçurdular. Yani aileler de savaşın parçası olmuştu artık... *** Bugün Türkiye'de benzeri bir durum yaşanıyor: Her türlü "değer" siyasileşmiş durumda. Yani hiçbir değerin kendi başına, bağımsız ya da özerk bir varlığı olduğu kabul edilmiyor: "Kime yarar" diye bakılıyor. "Savaş başka, siyaset başka" mı diyorsunuz? Hayır değiller. Prusyalı askeri kuramcı Clausewitz, "Savaş, siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir" demişti. Ondan 200 yıl sonra Fransız düşünür Foucault (Fuko) ilişkiyi tersine çevirdi: "Siyaset, savaşın başka araçlarla sürdürülmesidir." Sanırım Foucault'nun formülü bizim halimizi daha iyi anlatıyor. *** Örneğin BDP, öldürüldükten sonra vücutları parçalanan PKK militanlarının görüntülerini bir CD ile Başbakan Erdoğan'a ve GK Başkanı'na gönderdi. Başbakan bu davranışa kızdı. "PKK'yı savunmak size mi kaldı" dedi. Tüm değerlerin siyasallaştığı bu ortamda... "Ölülere İşkence" konusunda farklı bir tavır alınamaz mı? Normal olana... Yani "ahlaka", "insanlığa", "empatiye" geri dönülemez mi? Çünkü neticede ortada bir aile var. Şöyle ya da böyle ölen bir "oğul", bir "kardeş", bir "kuzen". Aslında Başbakan Erdoğan, vicdan sahibi bir insan olarak, militanın değil ama "ailenin yanında" durabilir. Böyle yapması hem kendi moral değerlerine uygundur... Hem de referandumda Kürtlerden "Evet" oyu isteyecek olan bölge milletvekillerinin elini güçlendirecektir. Yanılıyor muyum? Balyoz İddianamesi mahkeme tarafından kabul edildi. Her darbenin nihai aşaması siyasi ve toplumsal düzeni değiştirmektir. İddianameye bakılırsa, Balyozcular darbeden sonra ezanı Türkçe okutturacaklarmış. Türkçe ezan, yakın tarihin sıkça tartışılan konularından biridir: 1932-1950 arasında, emir ve komuta zinciri dahilinde ezan Türkçe okunmuş, uymayanlar jandarmadan sopa yemiş ve hapse atılmıştır. Türkçe ezanın sözleri şöyleydi: "Tanrı uludur / Şüphesiz bilirim, bildiririm / Tanrı'dan başka yoktur tapacak / Şüphesiz bilirim, bildiririm / Tanrı'nın elçisidir Muhammed / Haydin namaza, haydin felaha / Namaz uykudan hayırlıdır." Ancak bu metin bile dönemin ulusalcılarını tatmin etmez. Edirne Kız Mektebi müzik muallimi Ahmet Yekta Bey'in "daha sarih halk kelimelerinden oluşmuş" önerisi, 18 Mart 1933 günü Son Posta gazetesinde yayınlanır: "Uludur Tanrı uludur / Tanrımız birdir, uludur / Muhammet, Tanrı kuludur /Tanrıya elçi, hem kuldur / Yöneldim durdum uğruna / Yozmadım gönül nuruna / Koşun namaza /Yoz olan gelmez namaza / Durudur namaz uykudan / Tanrıya tapın duygulan / Uludur Tanrı uludur / Yolumuz Tanrı yoludur." (Aydınlığa Mektuplar: 1928-1937, Der. Güney Dinç, YKY) Hatırlar mısınız? 'Balyoz'u ilk duyduğumda, cami bombalayarak kaos yaratmaya hazırlananlar için, "Ben bunların dinsiz olduğunu sanmıyorum" demiştim. (24 Ocak 2010) Diyorum size: Var, bunların bir inancı var ama belli ki çoğunluğunkinden farklı... SABAH
<< Önceki Haber Bütün değerler siyasallaşmışken vicdanı savunmak Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER