İçişleri Bakanı Beşir
Atalay, Hürriyet’e özel demeç verdi ve “Demokratik
açılım yürüyor. Belki algılatma olarak bizim de hatalarımız oldu. Ama çabuk zamanda çok beklenti bu işlerde yanıltıcı. Bunlar zaman alıcı ve sabırla iğneyle
kuyu kazarcasına uğraşmayı gerektiren işlerdir. O uğraşı tüm boyutlarıyla sürüyor, içeride dışarıda” dedi.
Demokratik açılım yürümüyor. Durdu. Hatta saptı. Birinci kareye geri döndüğümüzü gösteren sayısız işaretler var. ‘Demokratik açılım yürüyor’ demeniz, ‘Açılım’ın yürüdüğünü göstermiyor. Mezarlığın yanından ıslık çalarak yürüdüğünüzü gösteriyor.
Kürt sorunu gibi kökleri Cumhuriyet’in kuruluş öncelerine kadar uzayan, son yıllarda ise kangrenleşen ve uluslararası boyutlar edinen hayli karmaşık bir sorunun, şiir okuyarak, ‘analar artık ağlamasın’ gibisinden melodramatik çıkışlara çok kısa süre içinde çözülmesi söz konusu değil. Bu anlamda, Bakan’ın “Çabuk zamanda çok beklenti bu işlerde yanıltıcı. Bunlar zaman alılcı ve sabırla iğneyle kuyu kazarcasına uğraşmayı gerektiren işlerdir” sözleri doğru. Ama ‘O uğraşı tüm boyutlarıyla sürüyor, içeride dışarıda’ sözleri doğru değil.
Bakan’ın sözünü ettiği ‘uğraşı’ yanlış yönde gösteriliyor. MGK’da konuşulup kararlaştırılan hususlara ilişkin
Genelkurmay Başkanı’nın boşboğazlık edip
kopya verdiği Cumhurbaşkanı tarafından ifade edildi.
Başta
Şemdinli sınır boylarına hababam asker sevkediliyor.
Irak Kürt yönetimi
baskı altına alınıyor. Uçaklar,
Kuzey Irak topraklarını bombalıyor. 248
PKK kadrosunun teslim edilmesi için ABD ve
Erbil nezdinde girişimde bulunuluyor.
Güneydoğu’da 1990’lar şartlarına geri dönülüyor. Halkı canından bezdirmiş olan yollara
arama noktaları, barikatlar kurma uygulamasına geri dönülüyor.
‘Uğraşı’ buysa, buna 1980’lerde, 1990’larda çok uğraşıldı, gelinen nokta ortada.
***
Emir Taheri’nin Londra’da
Arapça yayımlanan Şark el-Awsat (
Ortadoğu)
gazetesinde ‘
Türkiye düşünülmezi düşünmeli’ başlıklı yazısının çevirisi Radikal’in
pazar günkü sayısında yer aldı. Yazının son bölümü ibret verici:
“Türkiye’nin bir kuşaktır gördüğü en parlak lider olan Erdğan, neredeyse 10 yıl önce
Kürt sorununa ilişkin ‘yaratıcı çözüm’den bahsetmişti. Bu ‘yaratıcı çözüm’ün PKK’yı şiddet ve
terör eylemlerinden vazgeçirmeyi, içermesi gerekir. Bu yöndeki
ilk adım da, belki de
Ankara’ya arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu çoktan belirtmiş olan
Kuzey Irak hükümetinin yardımıyla
diyalog kurulması. Türkiye son iki yılda jeopolitik ortamında daha çok rol bulma umuduyla dış
politikasını yeniden şekillendiriyor. Fakat Ankara Irak’ı bombalamayı sürdürürken bölgede liderlik rolü oynayamaz. Türkiye’deki Kürtlerle
modern bir demokrasinin vatandaşlarına göstermesi gereken saygı gösterilmedikçe, Ankara’nın Gazze’ye muamelesi konusundaki öfkeli açıklamaları da samimi olamaz. Belki de, Erdoğan Paşa’nın düşünülemezi düşünmesinin vakti geldi.”
Geldi ve hatta geçiyor.
Ak Parti hükümeti bu konuda hata üzerine hata yapıyor. Yazıda sözü edilen arabuluculuk girişimlerini bir süredir Ankara’nın eşgüdümüyle yürütmüş olan Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin yeniden
cumhurbaşkanı seçilmesine Irak’a komşu iki
ülke İran ve
Suriye itiraz etmezken, hükümet bir imkânsızın peşine düştü ve
Müslüman Kardeşler’in Irak uzantısı olan
Sünni Arap Tarık el-
Haşimi için
kulis yürüttü.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun, ‘Türkiye’nin gözdesi’ İyad Allavi’nin başbakanlığı için gayret gösterdiği ve ‘Kürt düşmanı’ koyu bir Arap milliyetçisi olarak bilinen Musul Valisi
Usame Nuceyfi’ye
destek verdiği hernekadar medya sayfalarına düşmediyse de, konuyla ilgili taraflar için bir sır değil.
Bir yandan Talabani’ye mesafe alacaksınız, diğer yandan Mesut Barzani’yi rahatsız edeceksiniz, bunların yanı sıra BDP ile görüşmemeye yeminli olacaksınız ve politika olarak Kuzey Irak’ın daha çok bombalanmasını benimseyeceksiniz, PKK kadrolarının -geçmişte de yapıldığı gibi- teslimi için diplomatik kanallardan ve güvenlik bürokrasisi yoluyla bastıracaksınız, Güneydoğu’ya arama noktalarını bunca yıl aradan sonra geri getireceksiniz ve
Genelkurmay Başkanı istedi diye
yayla yasağını tekrar koyacaksınız ve ‘açılım yürüyor’ diye kamuoyunu avutacaksınız.
Kürt sorununu çözüm yolundan adım adım uzaklaşıp, Süleyman Demirel’in,
Tansu Çiller’in, Mesut Yılmaz’ın yoluna giriyorsunuz. ‘Kışla’nın yoluna.
Yanlış yoldasınız ve hem zaman kaybediyor, hem de zaman kaybettiriyorsunuz.
***
Gazete köşelerine sıkışan haberlerin okumuyor musunuz?
Diyarbakır’da şehir boyunca çocuklar güvenlik kuvvetleriyle çatışıyor.
Yüksekova’da gün boyu çatışma oluyor, Yüksekova-Şemdinli yolu kapanıyor. Benzeri olaylar Nusaybin’de tekrarlanıyor. Cizre’de görülüyor.
Bölgenin ne halde olduğunun, nereye gittiğinin farkında mısınız?
Geçen yıl bu zamanlar ağzınızdan çıkan sözlerin ne olduğunu, bölgedeki ortamı bugünkünden ne kadar farklı olduğunu hatırlamaya çalışın; arşivlere bakın ve bir de bugünkü duruma.
Ve bir de Oral Çalışlar’ın pazar günü Radikal’da çıkan yazısının bölgeden kendisine gönderilen bir mektuba yer verdiği şu ilk bölümünü bir kez daha okuyun
“İşte size bir
mektup: ‘Resimleri ve bilgileri gönderiyorum. Şemdinli’de çıkan çatışmada yaşamını yitiren gerillalara ait. Şemdinli Belediyesi’ne bu halde teslim edildi ve
halk nehirde cenazeleri yıkıyor.’ Gönderilen fotoğraflara bakamadım. Yanmış ve parçalanmış
genç vücutlar. Zaten birkaç gündür Günlük gazetesi de bu resimleri yayınlıyor. Bir başka mektupta ise Günlük gazetesinde yayınlanmış bir
makale gönderilmiş, aynı konuya değiniliyor: ‘...Kameramanın çektiği görüntüler son derece ayrıntılı. Gerillaların cansız bedenlerini baştan sonuna kadar, en ince ayrıntılarına kadar izleyen ve görüntüleyen kameramanların tarihe büyük izler bıraktıkları kesin. Daha doğrusu çekimleri yapan kameramanlar bir
vahşeti, 21. yüzyılda Türk devletinin Kürtlere, Kürtlerin ölülerine, cansız bedenlerine uyguladıkları vahşeti tarihe kaydediyorlar... Bakamıyorum, gözlerimi kapatıp açmak zorunda kalıyorum bir an. Evet, insanlığın bittiği bir yerdeyiz... 21. yüzyılda, insanlığın ulaştığı bu çağda bir vahşet, düpe düz yaşanan bir vahşet fışkırıyor karşımdaki ekrandan. Amaçları Kürt halkının iradesini kırmak, Kürt kadın ve gençlerinin gözlerini korkutmaktır.’ Günlerdir
Hakkâri, Şemdinli, Diyarbakır, Van gibi birçok Güneydoğu il ve ilçesinde öldürülen PKK’lılar için törenler düzenleniyor. Cenazeleri karşılamaya giden topluluklar, ‘Şehidimiz hoş geldin’ pankartları açıyor. Öldürülen PKK’lıların ailelerine verilmeyip, çatışma yerinde gömüldükleri gerekçesiyle büyük
gösteriler yapılıyor, polisle çatışmalar çıkıyor. Kürt kimliğini savunan siyasi akımın etkili olduğu yörelerde öldürülen PKK’lılar ‘
terörist’ diye değil ‘şehit’ diye karşılanıyor ve öyle muamele görüyorlar. Güneydoğu’nun son günlerdeki manzarası bu... Bir diğer ifade ile söylemek gerekirse: Orada tamamen farklı bir psikoloji ve tamamen farklı bir kamuoyu oluşmuş durumda...”
Başbakan, Srebrenica Katliamı’nın yıldönümünde Bosna’ya gitti. Dua okurken fotoğrafları yayımlandı. İyi yaptı. Ama bir de yukarıdaki gibi mektupları okusa ve gereğini yapsa.
Balkanlar’da ‘lider ülke’ rolüne soyunan bir ülkenin lideri olarak Emir Taheri’nin makalesinin son cümlelerini bir kez daha okusa:
“Ankara Irak’ı bombalamayı sürdürürken bölgede liderlik rolü oynayamaz. Türkiye’deki Kürtlerle modern bir demokrasinin vatandaşlarına göstermesi gereken saygı gösterilmedikçe, Ankara’nın Gazze’ye muamelesi konusundaki öfkeli açıklamaları da samimi olamaz. Belki de, Erdoğan Paşa’nın düşünülemezi düşünmesinin vakti geldi.”