Anayasa Mahkemesi kararı: Demokrasi mücadelesinde yeni aşama


Anayasa Mahkemesi, varolduğundan beri belki de “en siyasi” kararını verdi. Mahkeme’nin her kararı siyasi sonuçlar doğuran niteliktedir ama “hukuk”la ilgisi olmayan, bu derece “ince siyasi hesaplı” hiçbir kararı da yoktur herhalde. Kararı hiç kimse beğenmedi. (Cemil Çiçek hariç). Ne HSYK Başkan Vekili, ne Adalet Bakanı, ne CHP’nin “vesayet projesi” gereğince bir komplo sonucu başa getirilmiş yeni genel başkanı, ne Devlet Bahçeli. Siyasetçilerin de, hukukçuların da beğenmediği, tatmin olmadığı bir karar. Dolayısıyla, kimisine göre “dengeli” bir karar; Anayasa Mahkemesi’nin “tarafsızlığı”nı görünürde, kağıt üzerinde kurtaracak bir karar. Ama bir yandan da, önceki gün Taha Akyol’un İran’daki “Velayet-i Fakih” konumu ile Anayasa Mahkemesi’ni karşılaştırmasını haklı çıkaracak cinsten, Anayasa Mahkemesi’ni “vesayet rejiminin devamlılığı”nı sağlayacak bir “rejim zaptiyeliği” konumuna daha muhkem biçimde oturtacak türde bir karar. Bu tür, bu içerikte bir karar Anayasa Mahkemesi’ni TBMM’nin üzerine kendiliğinden çıkarıyor. TBMM, Türkiye’nin, “millet iradesinin yansıdığı” en yüksek organı olmaktan çıkıyor. TBMM’nin üzerinde bir de Anayasa Mahkemesi var. Eğer TBMM’nin çıkartacağı bir yasa ya da anayasa değişikliği, Anayasa’ya aykırı bulunuyorsa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilebiliyor. Peki, Anayasa Mahkemesi Anayasa’yı ihlal ederse, bunun denetimini kim yapabiliyor? Hiç kimse. Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini aşarak, sadece “şekil yönünden” inceleyebileceği bir anayasa değişiklik paketini “esasa girerek” incelemiş olması ve bunu yaparken 4. Maddeye gönderme yapması aleni bir yetki gaspı ve dolayısıyla Anayasa ihlalidir; ki, Anayasa Mahkemesi’ni TBMM’nin üzerine çıkartan da budur. *** *** *** Anayasa Mahkemesi öyle bir “siyaset mühendisliği” ve “ince işçilikli” bir karar üretmiştir ki, anayasa değişikliğinin “ruhu”nu ifade eden Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın oluşumu ile ilgili maddelerin kendisine değil, birkaç maddesine müdahale etmiştir. Buna karşılık, 26 maddeyi ise CHP’nin istemine aykırı olarak iptal etmemiş ve 12 Eylül referandumunu mümkün kılmıştır. 12 Eylül’de referandum, HSYK ile Anayasa Mahkemesi’nin oluşumuna ilişkin iki madde sakatlanarak yapılacak. Böylece, Ak Parti’nin “erken seçim”e gitmesinin “meşru gerekçesi”nin de önüne geçilmiş oluyor. Bu durumda, Tayyip Erdoğan’ın zaten hiçbir vakit istemediği, “ilkesel” olarak karşı durduğu “erken seçim”e gidilmesi söz konusu olmayacak ve 12 Eylül referandumu Ak Parti iktidarı için bir “halk güven oylaması” haline dönüşecek. CHP ve MHP, şimdiden referandumda “hayır” oyu verilmesi için kampanya yürüteceklerini ilan ettiler. Anayasa Mahkemesi ile HSYK’nın oluşumuna ilişkin iki madde dışında kalan maddelere CHP’nin karşı olamayacağı ileri sürülüyordu. CHP, söz konusu “sakatlanmış” iki maddenin yanısıra 26 maddenin de halk tarafından reddedilmesi için tavır almış durumda. Herşey, “proje”ye göre yani “bürokratik vesayet rejimi”nin devamına göre ayarlanmış sayılabilir. “Askeri darbe” ihtimalinin “Ergenekon süreci” ile devre dışı bırakıldığı bir tarih diliminde, Ak Parti’nin paketlenip gönderilmesi için seçimlerde CHP-MHP ikilisinin altına düşmesi hesaplanıyordu. Bu hesabın uygulamaya sokulabilmesi için öncelikli CHP’nin Deniz Baykal’dan kurtarılmasının gerekli olduğuna hükmedilmişti. İşin o faslı halledildi. Bundan sonra ele alınan Tayyip Erdoğan iktidarının halk zemininde kemirilmesiydi. Anayasa Mahkemesi’nden “anayasa değişiklik paketi” için CHP’nin başvurusu doğrultusunda çıkacak bir “iptal” kararı, Tayyip Erdoğan için öngörülen “gücünü tüketmesi” büyük ölçüde sağlanamadan bir “erken seçim”e yol açabilirdi ki, bu da “proje”nin hedefine varmaması sonucunu getirebilirdi. Şimdi işler daha bir net. 12 Eylül’de “iktidarsızlığı” her geçen gün biraz daha belirginleşen, bu hali Anayasa Mahkemesi’nin son kararıyla bir nebze daha takviye edilen Ak Parti’ye karşı CHP-MHP koalisyonunun “hayır” sesleri arasında bir “halk oylaması”na gidilecek. Seneye yapılacak seçimlerin bir “ön provası”. Bu zaman zarfında, PKK da kanlı eylemleriyle Ak Parti iktidarının burnunu sürtmeye devam etmek isteyecek. PKK’nın şiddet dalgası, Ak Parti hükümetini, kendisinden öncekiler gibi “askerin kucağına” daha fazla yöneltecek. Baksanıza, bildik söylem yeniden ısıtıldı. Kuzey Irak ve tabii ki, Barzani bir kez daha “nişan tahtası”na oturtuluyor. Ak Parti’nin “güvenlik öncelikli” ve “güvenlik odaklı” bir söylemden ötesi, artık Kürt sorununa ilişkin atılacak adımlar bakımından aklına gelmiyor. Bu hükümetin, Kürt kimliğinin kabulünün gereği olan yasaları çıkartabileceğini, Türk Ceza Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu’nda, ülkeyi ferahlatabilecek ve demokratikleşmeyi ileri taşıyabilecek adımları şu dönemde atabileceğini düşünebiliyor musunuz? Kafası öyle çalışmıyor ki zaten. Üstelik, bu Anayasa Mahkemesi’ne bakıp, işlevsel bir TBMM’den söz edilebilecek bir durum var mı? Buna, ABD ile sıkıntılı ilişkileri ve İsrail ile gerginliği ekleyin ve gelişmelerin “dış çerçevesi”ni de tamamlayın. *** *** *** Sonuç olarak, “yol haritamız” artık netleşmiş sayılır. 12 Eylül’de seneye yapılacak seçimlerin “provası” ve seneye seçimler. Herşeye rağmen, halkın önüne çıkmanın faydası da var. Ne kadar “sakatlanmış” olursa olsun, ne kadar Anayasa Mahkemesi’nin “yetki gaspı” ve “Anayasa ihlalinin ürünü” olursa olsun, Anayasa değişikliğinin halka sorulmasının çarpıcı bir anlamı var: Halka “anayasanın değişmesinden yana mısınız?” sorusunu sormanın bir biçimi bu. “Projeciler” bu soruya kendi istedikleri cevabı almak isteseler bile, istemedikleri cevabı almaları ihtimali de söz konusu. O nedenle, 12 Eylül referandumunda “Evet” ve genel seçimlere giden yolda “yeni anayasa”, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin hedefi olmak zorundadır.
<< Önceki Haber Anayasa Mahkemesi kararı: Demokrasi mücadelesinde yeni aşama Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER