İsrail’in yakın geçmişte
Türkiye’nin büyükelçisini aşağılamış olan
Dışişleri Bakan Yardımcısı
Danny Ayalon’u ‘twitter’da izliyorum. 29
Mayıs günü, yani Akdeniz’de açık denizde Gazze’ye
yardım malzemesi götüren gemilere yapılan kanlı İsrail saldırısından bir gün önce, “Gemilerin amacı İsrail’i gayrı meşru duruma düşürmek” diye not düşmüş. Bir önceki cümlesi ise “Gazze’de bir insanı
kriz söz konusu değil!”
Ve
evet, İsrail hükümeti ‘gayrı meşru’ duruma düştü bile.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, BM
Güvenlik Konseyi’nde içeriği itibarıyla gerçekten ‘tarihi’ addedilebilecek konuşmasının başlarında İsrail saldırısını şöyle niteledi:
“Bu durum en basit ifadelerle, haydutlukla ve korsanlıkla eşdeğerdir. Bir devlet tarafından işlenen cinayettir. Bunun hiçbir mazereti veya haklı gerekçesi yoktur. Böyle bir yola yönelmiş bir ulus-devlet uluslararası camianın saygın üyesi olarak meşruiyetini kaybetmiştir.”
Konuşmasının bir yerinde ‘bir devletin yetkililerinin yasadışı eylemlerini meşrulaştırmak için yalan söyleyecek kadar alçalmalarını...’ sözcüklerini kullandı.
Başta Türkiye, özellikle Orta
doğu bölgesinin halklarının gözü aynı anda
Arapça ve İngilizce’ye çevrilerek yayımlanan konuşmasıyla, Baş
bakan Tayyip Erdoğan’ın üzerindeydi. Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını dikkatle dinledikten ve metni defalarca okuduktan sonra benim verdiğim hüküm şu:
“İki
ülke savaş halinde olsalar, ülkelerden birinin lideri diğer ülkenin yönetimi hakkında ancak bu kadar ağır ve sert bir şekilde konuşabilir.”
Şu anda Türkiye ile İsrail ‘savaşta’ değiller. Öyleyse?
‘
Savaş hali’ne yakın bir durumdan söz edilebilir. Şu sözlerin başka bir açıklaması olabilir mi:
“Türkiye yeni yetme köksüz bir devlet değildir. Bir kabil
e devleti hiç değildir. Kimse Türkiye’nin sabrını
test etmeye kalkmamalıdır. Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir. Türkiye’nin dostluğunu kaybetmek bile başlı başına bir bedeldir.”
***
Türkiye, ‘köksüz bir devlet değildir’ sözleri İsrail’i canevinden vuracak nitelikte. İsrail, 1948’de kuruldu ve sürekli bir ‘varoluş kaygısı’ içinde. Başta İsrailliler, dünyada hiç kimse
Yahudi ulus-devletinin bugün bulunduğu topraklarda ‘ilelebed payidar kalacağı’ndan emin değiller.
Bu ‘kaygı’yı daha da artıracak ve besleyecek bu sözlerin ardına “Türkiye’nin dostluğu ne kadar kıymetliyse, düşmanlığı da o kadar şiddetlidir. Türkiye’nin dostluğunu kaybetmek başlı başına bir bedeldir” sözleri eklendiğinde ‘vurgu’ sinerjik biçimde artıyor.
Bu cümleleri hemen izleyen şu cümleler ise, İsrail devletinin bekasının ‘imkânı’na da işaret ediyor: “Biz, İsrail halkı ve Musevilerle her zaman dost olduk. Bu saldırıyı şiddetle eleştiren İsrailli insanlar, bu olayın ne kadar büyük bir yanlış olduğunu, dostluğa vurulmuş ağır bir
darbe olduğunu çok iyi anlamaktadır. Mesele, hak hukuk tanımayan (İsrail’in) mevcut yönetiminin şiddet uygulaması, kan dökmesi, barışı tehdit eden yaklaşımlar sergilemesidir.”
Yani?
Yani, ‘Ey İsrail halkı, hükümetinizi değiştirin!’
Bugüne dek İsrail’e karşıt ülkelere ilişkin geçerli kılan ‘rejim değişikliği’, Türkiye tarafından İsrail için gerekli ‘olmazsa olmaz’ bir hüküm haline gelmiş oluyor.
Bu, bir hayal midir?
Hayır. 31
Mart 2010 tarihinde
Ortadoğu’da ve tüm uluslararası
sistem açısından gelinen nokta bakımından ‘gerçekçi’ ve ‘geçerli’ bir uluslararası krizden ‘çıkış yolu’dur. Tayyip Erdoğan’ın dünü bir ‘milat’ olarak nitelemesi bu takdirde bir anlam kazanıyor.
Başbakan Tayyip Erdoğan, İsrail hükümetine karşı ‘uluslararası seferberlik’ çağrısı yaparken, BM Güvenlik Konseyi’nin önceki gece yaptığı İsrail’i ‘kınayan’ Başkanlık açıklamasını bile yeterli görmüyor. ‘Bu işin takipçisi olacağız’ diyor ve açık denizde Türk vatandaşlarının da kanını akıtan, canını alan, Türk bayraklı bir gemiye karşı yapılmış İsrail askeri saldırısının sorumlularının ‘
hesap vermesi’ni ve ‘cezalandırılması’nı istiyor.
Sorumlular, İsrail hükümetinin içinde. Başta saldırıyı arkalayan Başbakan
Netanyahu, Dışişleri Bakanı
Avigdor Lieberman, yardımcısı
Danny Ayalon ve diğerleri.
Tayyip Erdoğan’ın ‘zorbalar, haydutlar,
korsanlar bile belli ahlâk kurallarına uyarlar. Hiçbir hassasiyete uymayanlara bu sıfatı yakıştırmak bile iltifat olur’ diye nitelediği İsrail hükümetinin mensuplarıyla artık Türkiye’nin bir işi, ilişkisi olabilir mi?
Ortadoğu, bu İsrail hükümeti ile Türkiye
Cumhuriyet hükümetinin bir arada yaşayabilecekleri, birlikte sığabilecekleri bir ‘mahalle’ olmaktan çıkmıştır.
Ya biri gidecek, ya da Türkiye’ye saldırmış ve uluslararası hukuku ayaklar altına almış olan diğeri.
***
İsrail hükümeti gidecek. Ortadoğu’nun Türkiye’nin de ‘İsrail karşısına’ ve üstelik ‘düşmanlığının dostluğunu kaybetmek kadar şiddetli olacağı’ bir konumda yerleşeceği, sürekli bir gerginlik ve savaş hali yaşayan bir bölge olmaktan çıkarılabilmesi için, başka çare, başka yol yok.
İsrail hükümeti gidecek.
Gidebilir mi?
Gider.
1. Hiçbir İsrail hükümeti, Amerika’nın baskısını, Amerika’nın kendisinden uzaklaşmasını kaldıramaz.
Uluslar arası seferberlik, Amerika’yı ve özellikle Netanyahu ile yıldızı zaten barışmamış olan Obama’yı da kapsarsa, gider.
2. İsrail’de hiçbir hükümet, derinleşen bir uluslararası tecritle yaşayamaz. Öyle bir maliyeti kaldıramaz. ‘Uluslararası tecrit’ sağlanırsa, gider.
Türkiye’nin vatandaşlarının kanını, uluslararası sularda ‘haydutluk’ yaparak akıtan bu İsrail hükümetinin canını acıtmak, hesap vermesini ve cezalandırılmalarını sağlamak için, ‘ikili ilişkiler’ bağlamında atacağı adımlar var. Bunlardan hiçbir Türkiye Cumhuriyet hükümeti de kaçamaz:
1. 1981’de İsrail’in Doğu Kudüs’ü ilhakı nedeniyle diplomatik ilişkilerini ikinci katip düzeyine indirmiş olan Türkiye, İsrail’in hak hukuk dinlemeden kendi vatandaşlarını katlettiği bir saldırıdan sonra büyükelçisini geri çağırmak ile yetinemez.
2.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına karşı girişilmiş saldırının Türk ceza hukukuna göre yaptırımları var. Türkiye’nin ‘cinayet’ten sorumlu tutacağı İsrail hükümet mensupları hakkında ‘
tutuklama kararı’ çıkarılmalıdır. Bu kişiler Türkiye’ye ayak bastıkları takdirde tutuklanmalıdırlar. (Bunların işbaşında kalmaya devam edeceği bir İsrail hükümetinin hiçbir şekilde ve hiçbir konuda ‘Türkiye’nin partneri’ olamayacağı da açıktır.)
3. Türkiye ile İsrail arasındaki ‘askeri ilişkiler’ sıfırlanmalıdır. Özellikle
savunma sanayi konusunda İsrail’in kasasını doldurmaya yarayan, İsrail’in bölgedeki ‘pervasızlığı’na imkân veren bu tür ilişkilere nokta konulmalıdır. Herhangi bir ülkenin parlamento alt komisyonuna ‘
Ermeni soykırım tasarısı’ sunulması durumunda bile, o ülkeyi askeri ihalelere bile almayan Türkiye, kendi sivillerine ‘askeri saldırı’ gerçekleştirmiş bir ülkeyle, ‘Bu işler başka’ diyerek ‘askeri
işbirliği ilişkileri’ni sürdüremez. Sürdürdüğü takdirde, İsrail’e karşı atacağı hiçbir adımın inandırıcılığı da, meşruiyeti de kalmaz.
Türkiye, Başbakan’ın sözünü ettiği gibi ‘yeni yetme köksüz bir devlet’, ‘bir kabile devleti
hiç değil’ ise, önümüzdeki süre zarfında atması şart olan ‘asgarî adımlar’ bunlardır.
Ortadoğu’nun ‘küstah ve şımarık gücü’ İsrail, galiba, kısa tarihinin en büyük hatasını yaptı. Yakasını Türkiye’ye kaptırdı.
Gereğini yapmak gerek...