İran’ı “nükleer
takas”a razı eden ve 1200 kilogramlık düşük yoğunlukta geliştirilmiş uranyumunu “bir seferde”
Türkiye’ye getirmesini ve bunun Türkiye’de saklanmasını öngören
anlaşma, - daha önce de defalarca yazdık- dünyanın yeni uluslararası mimarisinde Türkiye ile
Brezilya’nın öne çıkmasının göstergesi.
Dünyanın en çetrefil siyasi sorunlarının çözümü konusunda “ön almaz”sanız, “yeni dünya mimarisi”nde de öne çıkamazsınız.
Elbette, dünyanın en çetrefil siyasi sorunlarının çözümü konusunda “ön almak” sadece niyetle olabilecek bir şey değil. Buna girişecek olan ülkelerin “küresel” ölçekte
ekonomik gücü, jeopolitik konumu, diplomatik yeteneği, çevresine nüfuzunu yayabilecek bir yaklaşımı ve bunun muhataplarında kabul görmesine elverecek bir bölgesel ortamın bulunması gibi gibi bir dizi “şart” de gerekli.
Türkiye-Brezilya beraberliğini etkili ve anlamlı kılan, her ikisinin bu “şartlar”a haiz durumlarıyla ilgili. Çok ayrı coğrafyaların iki aktörü, buluştukları
vakit Amerika’nın uluslararası sistemdeki “rakipsiz patronluğu”nun sorgulanmasına imkan veren “sinerjik etki” üretebiliyorlar.
O nedenle, benim gibileri Tayyip Erdoğan’ın Brezilya’da ülkesinin olağanüstü popüler lideri Lula ile yaptığı temaslar, şu ara Kılıçdaroğlu’nun Kurultay’da kafasına taktığı kasketi kimden aldığından ve bunun niye simgelediğinden daha fazla ilgilendiriyor.
Kimisi, “yerel”den ekmek yiyor; Türkiye’yi “
Ankara parantezi”nin içinde sıkıştırarak konuşmak, büyük ölçüde “ideolojik” bir duruşla ilgili. Türkiye’yi “küreselleşme
aynası”nda ve “yeni dünya mimarisi” içinde görmeye çalışmak da öyle.
Ben, ikinci seçimi yapanlardanım.
*** *** ***
Amerika merkezli stratejik değerlendirme kuruluşu Stratfor da, olan-biteni olduğu gibi okuyanlar kervanına katıldı. Türkiye-Brezilya beraberliğine ilişkin değerlendirmesinin bir yerinde şu satırlara yer veriyor:
“Ankara ve Brasilia tarafından öngörülen bu
yeni dönem, gelişmekte olan dünyanın liderlerinin ayağa kalkıp, küresel hakim güçlere meydan okudukları bir dönem. Bu yükselen güçlerin böylesine görünür biçimdeki meydan okumasına tam olarak alışık olmayan Amerika, rahatsızlığını gizlemedi... ABD
Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton, Brezilya’yı Amerika’nın dostu olarak nitelendirmekle birlikte İran nükleer konusunda Brezilya ile ‘çok ciddi görüş ayrılıkları’ olduğunu bildirdi.
Bununla birlikte
Washington’un ne ölçüde canı sıkkın bir hale geldikçe, bölgesel yükselişteki Brezilya ve Türkiye’nin
sokak itibarı da o ölçüde artıyor... (sokak itibarından kasıt, halklar nezdinde sempati, cç) Türkiye ve Brezilya’nın her ikisi de kendi bölgelerinde ciddi bir askeri tehditle karşı karşıya olmadıkları gibi, geleceğe yönelik büyük ekonomik potansiyele sahip yükselen ekonomiler statüsü elde ettiler. Her ikisi de iç durumlarını dikkatlerini dışarıya yöneltecek kadar sağlamlaştırdılar.”
Değerlendirme, her iki ülkenin farklı jeopolitik konumlarını inceledikten sonra şu bölüm ile son buluyor:
“Türkiye ile Brezilya, coğrafi konumların ulus devletler arasındaki karşılıklı olarak diplomatik ve ekonomik ilişkileri nasıl etkileyebileceğinin en önde gelen örnekleri. Günümüzün jeopolitik ortamında, Brezilya ile Türkiye’nin ellerinde varlıklarının küresel sahnede bilinmesini sağlayacak araçları var. Buna karşılık, Washington, kendisinden daha az güç ülkelerin ortalığı kalabalıklaştırdığı fikrine alışmakta hala güçlük çekiyor.”
Vaziyet budur.
İç
politika polemik malzemesiyle
dış politika eleştirisi yapmaya kalkar, hele günümüzün “dinamikleri”nin farkına varmazsanız, yol alamazsınız.
Şu dönemde “küresel sahne”de Türkiye ile Brezilya “nişanlandılar” ve pek mutlu bir “nişanlı çift” görüntüsü sergiliyorlar.
Üstelik bu “nişan”, Washington’dan habersiz, hatta Washington’u küstürecek, kızdıracak cinsten bir “nişan” oldu.
*** *** ***
Türkiye ile Brezilya’nın Amerika ile İran gibi “hayati önemde” bir konuda ters düşmelerinin ve görünürde veya Washington’dan gösterildiğince
Amerikan diplomasisinin “işini bozmaya” kalkışmalarının faturası yok mudur?
Yani, Türkiye’nin –daha doğrusu kimilerinin beklentisince Tayyip Erdoğan’ın- üzerine çökecek bir “Amerikan gazabı” yok mudur?
ABD’nin
Mayıs 2010 tarihli ve altında Başkan
Barack Obama’nın imzasını taşıyan “
Ulusal
Güvenlik Stratejisi”ne bakarsanız, pek görünmüyor.
Eylül 2002 tarihli George W.
Bush imzalı “
Ulusal Güvenlik Stratejisi” ile Obama’nınki çok farklı. İlki “önleyici savaş doktrini” üzerine inşa edilmişti ve Irak’a yönelik savaşın habercisiydi. Obama imzalı olan 2010 Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi, Türkiye ve Brezilya’nın isimlerine spesifik olarak yer veriyor ve her ikisiyle “
işbirliği”nin öneminin altını çiziyor.
Türkiye’nin “stratejik ufukları”na ve Obama Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne ve bu çerçevede “Obama farkı”na yarın değineceğiz. Bugünlük şu kadarıyla yetinelim:
Amerika’nın Türkiye’deki siyasi
iktidar üzerine düşürebileceği bir “gazap” yok. Washington-
Kudüs ekseninde üretilen “korku senaryoları”na
kulak asmayın.
“
Beyaz Saray”a bakın; Beyaz Saray’da o “eksen”dekilerden farklı biri ikamet ediyor: Barack Obama...