Medyamızın bir kısmına bakarsak,
Ergenekon,
Balyoz,
Kafes davaları başlamadan önce yargı
sistemimiz güllük gülistanlıktı.
Mahkemeler bağımsız bir şekilde çalışıyor, hakimler kararlarını özgürce, vicdanlarına göre veriyordu.
Adalet sisteminin
Avrupa’nın en hafif deyimle alay konusu olduğunu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bu konuda
rekor kırıldığını biliyorlar ama görmezden geliyorlardı.
Tıpkı Nazlı Ilıcak’ın
komik bir şekilde hapse mahkum olması,
Hrant Dink cinayeti davasında yaşanan gelişmeler, Bolu’daki vahim ifadeyle ilgili kararları görmedikleri gibi.
Anayasa Mahkemesi’nin 367 ve üniversitede kılık kıyafeti düzenleyen kararlarını adil ve doğru gördüler.
Birer hukuk skandalı olan,
adalet tarihine kara harflerle yazılacak bu kararlara sahip çıktılar.
Daha ötesi, haberleri, yorumlarıyla bu kararlara altyapı malzemesi hazırladılar.
Yargı eski düzenden yanaysa, medya eski sermayenin elindeyse, asker
devlet içind
e devletse, o ülkeye şeriat değil ama faşizm gelir.
Tarih bunu gösteriyor.
Gelişmeler de Türkiye’nin yarı-faşizan bir sistem içinde yaşadığını gösteriyor.
Bir ülkede 1.
Ordu Komutanlığı yapmış bir emekle orgeneral, Balyoz adı altında
darbe planı yaptığı iddiasıyla tutuklanıyor.
Kendisi ile birlikte birçok
emekli ve muazzaf
subay da tutuklanıyor.
Sonra
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun
kavga gürültü atadığı bir hakim, üstelik Şamil Tayyar’ın bunu açıkça yazmış olmasına rağmen, tüm sanıkları bir kalemde
tahliye ediyor.
3 kişilik ağır ceza mahkemesi heyeti, kararı veren yargıcın yüzünü kızartacak bir gerekçeyle, tahliyeleri iptal
edip yeniden
tutuklama kararı veriyor.
Soruşturmayı genişleten savcılar yeni bir
gözaltı dalgası başlatıyor.
Bu sefer başsavcı devreye giriyor.
Bu, adaletin tecellisinin açık şekilde engellenmesidir.
Çünkü Balyoz
darbe planına çok sayıda subayın karıştığı biliniyor.
Üstelik
Genelkurmay Başkanlığı askeri savcısının ‘’Gerçekse bu tatbikat planı değil, darbe planıdır’’ hükmü ortada duruyor.
Başsavcının kararı gerçeğin ortaya çıkmasını önlemeye çalışıyor.
Adalet Bakanlığı derhal bu karar için
soruşturma açmalıdır, yoksa ortada danışıklı dövüş olduğu ihtimali güçlenecektir.
Daha kötüsü, bu kaotik ortam içinde sıradan yurttaşın kafası karışıyor.
Yargıda ne olduğunu anlayamıyor, topyekün sonuca varıyor.
Aslolan şudur:
Sırtını
vesayet sistemine dayamış, asker ve yargı mensupları dayanışmasına azami önem veren bir
yüksek yargı sistemimiz var.
Bir e-muhtırayla 367 kararını veriyor, bir genelkurmay başkanının isteğiyle
Şemdinli savcısını görevden alıyor.
Ergenekon soruşturmasını engellemek için hakim ve savcıların görev alanını değiştiriyor,
Erzincan Savcısı’nı korumak uğruna kuralları bir kenara atıyor.
Bir kısım medya da, bu yapının bağımsızlığı sağladığını, bu mükemmel yapının bozulmaya çalışıldığını iddia ediyor.
Görünen o ki, bu yapı iflas etmiş.
Yüksek yargı adaleti bırakmış, siyasetin peşine düşmüş.
Kendi hükmünü önceden verir hale gelmiş.
Bu bir ülkede adalet sisteminin başına gelecek en kötü olaydır.
Hiçbir sistem bundan kötü olamaz.
Onun için yeni anayasaya
evet demek şart.