Brüksel'in polisleri, Diyarbakır'ın taşları...


Türkiye’de Diyarbakır’ı hissedemeyen, Diyarbakır’ın nabız atışlarını sezemeyen, bunu merak etmeyen veya gözardı eden her kimse, onun Kürt sorununun çözümü üzerine isabetli bir gözlem yapmasının imkanı yoktur. Geçen hafta sonunu Diyarbakır’da geçirdim. Sakindi. Sıradan bir hafta sonu. Kabuğunun altı gözükmeyen bir Diyarbakır. Bu hafta sonu için dostlar uyardılar, ‘Gelecek hafta olaylar çıkabilir’ dediler. Hatta bir de bana paye verdiler: “Bir uyarı yazısı yaz. Seni dinlerler. Etkisi olur. Olay çıkması hepimiz için, her şey için çok kötü olur.” ‘Diyarbakır çocukları’ üzerinde etkimin olacağına ilişkin hiçbir vakit ham hayale kapılmadım. Olaylar çıkacaksa, çıkaracak olanların çocuklar olacağını da biliyordum. Diyarbakır nüfusunun yarısı, 0-19 yaşı arası, üçte ikisinden fazlası 0-25 yaş arası. Genç, geçmişi acılı, köyleri haritadan silinmiş ya da aileleri sürülmüş, bugünleri işsizliğin, eğitimsizliğin karabasanı altında, gelecek ufukları ya hiç olmayan veya kararmış çocuklar bunlar. Diyarbakır’ın genç, militan ruhlu, hemen dışarı salmasa da öfkeyi biriktiren bir nüfusu var ve açık konuşalım, bu nüfusun önemli bir kesimi iki yeri, bir başka deyimle o iki yerden gelen istekler ya da uyarıları doğru biçimde ilettiği insanları dinliyorlar. O iki yer neresi mi? İmralı ve Kandil. Hiç bu iki sözcüğü telaffuz etmeden dün oynanacak Diyarbakırspor-Bursaspor maçında olay çıkıp çıkmayacağını, ‘sokaktaki’ hangi Diyarbakırlı ile konuştuysam, fazla tereddüt etmeden ‘Çıkabilir’ cevabı veriyorlardı, ‘Çocuklar o günü bekliyorlar uzun vakittir...’ Ligin ilk devresinde Bursa’da oynanan maçta tribünlerden gelen Diyarbakırlılara, genel anlamda Kürtlere yönelik ‘ırkçı’ sloganlar ve bu yöndeki pankartlar not edilmiş, ‘intikâm günü’ bekleniyor olmalıydı. Diyarbakırlı çocukları harekete geçirmek çok zor değil. Onlara hakim olabilecek ‘merkezler’ ise hafta içinde ‘operasyonlar’a hedef olunca, engel kalktı; dün Diyarbakır’da olaylar çıktı, ‘taşlar’ yağmaya başladı ve Diyarbakırspor-Bursaspor maçı 17. dakikasında tatil edildi. Oysa Diyarbakırsporlu taraftarlar, maç öncesinde stadyuma astıkları pankartlarıyla bir yandan Bursa’da yaşananları unutmadıklarını gösterirken, bir yandan da barışçıl bir jest yapıyorlardı. Pankartlarda ‘Ülkemizi sizden çok seviyoruz’, ‘Bize bir özür borcunuz var’, ‘Türk-Kürt kardeştir, ayırım yapan kalleştir’ yazılıydı. Yine de taşlar yağdıysa, bunu ‘yapmayın’ diyecek ‘irade’nin böyle dememesi veya ‘yapın’ demesinde aramak gerekiyor. *** Acaba, kestirmeden ‘devlet’ dediğimiz ‘mekanizma’ soruna ‘çözüm görüntüsü’ ardında bir büyük ‘hesaplaşma’ mı arıyor? Bilemiyorum. Bildiğim; ‘Açılım’la birlikte duran KCK operasyonunun, Habur girişlerinin kötü yönetimi, kısa bir süre sonra Reşadiye saldırısı gibi bir ‘dış unsur’ ihtimalini düşündürten gelişmenin ardından DTP’nin kapatılması üzerine başlatılması, belediye başkanları dahil gözaltına alınanların Nazi temerküz kamplarına gönderilenler gibi bir kelepçeli fotoğrafa konu edilmeleri... Bütün bunlar, ‘Açılım’ın önünü açmaktan ziyade, ‘Açılım’a alerjik ‘devlet odakları’nın ‘açılımı sabote etmek’ amaçlı girişimi gibi gözüküyor bana. Diyarbakır’da KCK operasyonlarını başlatanların, ‘Aslında bunu çoktan yapacaktık ama Açılım ortaya çıkınca durduk’ dediklerini biliyorum. Dolayısıyla, KCK operasyonları ya ‘Açılım’ı durdurmak, ya sabote etmek veya ‘Açılım’ adı dursa da saptırmak amacıyla anlaşılabilir. Hafta içinde Brüksel’de gerçekleşen operasyonların ‘gerçek amacı’nın, resmi kaynaklardan açıklanandan çok farklı olduğuna kuşkum yok. Tıpkı Türkiye’nin Güneydoğu’sundaki KCK operasyonları gibi, Brüksel’de PKK’ya yönelik operasyonlar yapılıyor. Bunu yapan bugüne dek Türkiye’ye her vakit en duyarsız davranan Belçika olunca, insan, haliyle ‘Ne oluyoruz?’ diyor. Klişe, resmi açıklamalar elbette bir şey anlatmaz; “Niçin şimdi? Niçin Belçika? Fethiye Erdal sabıkasını bildiğimiz, bunca vakittir Roj tv’ye yer açmış. PKK ile bağlantılı her faaliyete zemin açmış Belçika birdenbire neden harekete geçti? Ne var bu işin arkasında acaba?” diye sorabiliriz ve sormalıyız. *** Taraf’ta yazan emniyet mensubu ve güvenlik uzmanı Emre Uslu’ya göre, ‘bu işin arkasında’ Amerika, hatta bizzat Obama var. Analizini bir de çağrıyla bitirmiş: “Özellikle PKK yöneticilerinin anlamasını istediğim bir gerçeğin altını çizmek istiyorum. Batı için PKK’nın silahlı mücadelesine hoşgörü ile bakma dönemi sona erdi. Özellikle önümüzdeki on yıllar boyunca Türkiye’yi de içine alan yeni dünya anlayışında PKK’nın silahlı mücadelesinin yeri yok. Bunun için de PKK silahtan ya gönüllü olarak ya da zorla a-rın-dı-rı-la-cak.” Belki de. Emre Uslu ile siyasi konum açısından aynı yerde durmayan, ‘Açılım’a olumlu baktığını bugüne dek hiç duymadığımız, ‘terör uzmanı’ sıfatıyla tanıtılan Ercan Çitlioğlu ise önceki günkü Star’ta şu değerlendirmesiyle yer almıştı: “Avrupa’da yürütülen PKK operasyonları kesinlikle Türkiye’deki ‘Kürt Açılımı’na destek niteliğindedir ve devam etmesi halinde de açılım için çok önemli gelişmeler sağlayacaktır. PKK’nın kuzeydeki silahlı varlığı Iraklı tüm aktörleri rahatsız etmeye başladı. Bu silahlı varlığın sonlandırılması PKK’nın siyasi gücünü ve Kandil’e aktardığı maddi desteğin azalmasına hatta yok olmasını sağlayacak. PKK’nın silahlı örgüt varlığını sürdürmesi zorlaşacak ve daha uzlaşmacı bir tavır almaya başlayacaktır.” Kimbilir? Oral Çalışlar’ın dünkü yazısı çok farklı bir gözleme dayanıyordu: “Kürtler kimlik taleplerinde ısrarlılar. Bu talepten herhangi bir ‘operasyon’ yoluyla vazgeçirilmeleri mümkün değil. Çok daha ağır baskılara rağmen vazgeçmedikleri kimlik taleplerinden bundan sonra da vazgeçmeleri söz konusu olamaz. Türkiye’nin Kürt açılımı, inandırıcı ve sonuç alıcı bir yerde değil. Avrupalıların ikna edilmiş ve operasyon için harekete geçirilmiş olması, Türkiye açısından bir başarı gibi görünebilse de, Kürt sorununda bu yöntemlerle 25 senedir etkili bir sonuç elde edilemediğini hatırlamakta yarar var. Kürt sorununda yaşanan kriz ancak uzlaşma ile aşılabilir... Görünen o ki, muhatapları içeri atarak muhatap sayısını azaltmek isteyen anlayış, hakimiyetini koruyor Aradakileri çıkarınca gerçek muhatap olarak karşısınızda Kandil ve İmralı kalıyor. Çünkü onları kapatmak ve gözaltına almak mümkün değil. Birisi ağda diğeri zaten hapiste.” *** Gerçekten ne oluyor? Öyle görünüyor ki, Türkiye 25 yıl sürdürdüğü ve sonuç vermeyen Kürt sorununu çözme politikasına, özü aynı sözü farklı biçimde geri dönmüş bulunuyor. Bu yönde Batı desteği de elde etmişe benziyor. İşleri çözümsüzlüğe sevkedecek olan da, ne yazık ki, bu. Geçen hafta Diyarbakır’da katıldığım konferansta, PKK’nın silahlı kadrolarından biri olarak 1999’da ‘barış jesti’ amacıyla gelip teslim olanlardan biri konuşmasında üzerinde durulması gerekli bir analiz yaptı. “Türkiye’nin 80 yıllık inkâr ve imha politikasından vazgeçtiği anlaşılıyor. Bunun üzerine inkar politikasına karşı ‘bağımsız Kürdistan’ amacıyla ortaya çıkmış olan silahlı hareket de bu amacından vazgeçti” dedi. Türkiye artık Kürtleri, vatandaşlarının bir bölümünün Kürt olduğu gerçeğini tanıyor. Tanımasa TRT-Şeş’in ne işi var? Devlet televizyonu 24 saat Kürtçe dilinden niçin yayın yapsın? Aynı şekilde, PKK’nın da ‘bağımsız Kürdistan’ amacı ortadan kalktı. İkide bir PKK’dan ‘bölücü örgüt’, ‘ayrılıkçı örgüt’ diye söz etmek hem gerçeğe uymuyor, hem de özellikle Güneydoğu’da Kürt halkı üzerinde incitici bir olumsuz psikolojik etkiye yol açıyor. PKK’nın ‘bağımsız Kürdistan’ amacı bittiğine göre, bunun dışında kalan hiçbir talebi yerine getirmek için ‘silahlı mücadele’ yani ‘şiddet yöntemi’ veya ‘terör’ün kullanılması gerekmiyor. Yani hak elde etmek için silahlı bir PKK’ya artık gerek yok. Ne var ki, silahlı bir PKK var ve silahsızlanması süreci diye bir şey var. İçinde bulunduğumuz dönem bu dönemdir. ‘Açılım’ın da bu süreci ve dönem özelliklerini gözetmesi gerekiyor. Bir yandan PKK’nın silahsızlanmasının şartlarını içerde yaratırken, diğer yandan da bunu hızlandıracak diyalog ve müzakere kanallarını açmak. Bu süreci ve dönemi, PKK’nın üzerine çullanmak için kullanmayı düşündüğünüz takdirde, işi zora sokacaksınız demektir. PKK’nın üzerine çallanmayı Güneydoğu’dan Avrupa sathına uzanan alanda tutuklamalar dalgası yoluyla ve Kandil üzerine çökmek gibisinden araçlarla yerine getirmeye kalktığınız takdirde, bildik güvenlik yöntemleriyle sonuç almayı esas aldığınız izlenimi veriyorsunuzdur. 25 yıldır böyle yapılmadı mı? Nereye varıldı? *** PKK’yı, tüm uzantılarıyla birlikte, ‘çözüm süreci’nin bir parçası haline getirerek silahsızlandırmak ve çözüme ulaşmak mı; yoksa elinizden gelen her araçla ‘tasfiye’ye çalışmak mı? İlki ‘Açılım’dan bizim anladığımız ve tüm bölgenin beklentisidir. ‘Şiddete giden yollar’ı kapar. İkincisi ise şimdilerde yeni aktörlerin katılımıyla benimsenen ama eski, bildik yöntemdir. Bu yöntem, ‘şiddete dönüş yolları’nı aralar. Diyarbakır’da dün olanlar, geleceğe yönelik dikkat edilmesi gereken bir ‘yol işareti’ idi. Ne futbol rekabetiyle ne de aylar öncesinde Bursa’da bir grup seyircinin davranışına karşı ‘intikam’ ile ilgiliydi. Brüksel’de rüzgâr ektirirseniz Diyarbakır’da fırtına biçebilirsiniz.
<< Önceki Haber Brüksel'in polisleri, Diyarbakır'ın taşları... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER