Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül'ün
Hindistan ve
Bangladeş ziyaretinden izlenimlerimizi bugün bitiriyoruz.
Buradaki birçok kişi, Cumhurbaşkanı'nın yaptığı değerlendirmelerin nasıl öyle farklı bir alana çekildiğini anlamadıklarını söyledi.
Bence durum gayet sarih:
Türkiye'deki
siyaset oyununun içinde yer alan birçok kişi, 12'nci Cumhurbaşkanının kim olacağı konusunda kafa yoruyor ve ona göre pozisyon almaya çalışıyor.
Elinde imkân olanlar (mesela siyasetçiler ve medyacılar) bu süreci doğrudan etkilemeye uğraşıyor.
En temel kaygı da Gül'ün vereceği karar... Büyük olasılıkla Meclis'ten "5 artı 5" çıkacak.
Yani Abdullah Gül, 5 yılı bitirdikten sonra isterse bir 5 yıl için daha
aday olabilecek.
***
Tabii
Köşk devletin
kilit taşı olduğu için de... Bazıları Gül'ün devam etmesini... Bazıları da kendi adaylarının Köşk'e çıkmasını arzuluyor...
Bu soru bir kere zihinlerde dolaşıma girmiş: Dervişin fikri neyse, zikri de odur!
Bundan sonra Abdullah Gül ne dese, olay oralara doğru çekilmeye çalışılacak.
Yani Cumhurbaşkanı Gül'ün durumu, tek kelime etmese bile merak edilecek ve tartışılacak:
Gül'ün
tartışma dışı kalması için, "Ben tekrar aday olmayacağım" demesi gerek ki o zaman dahi "Olmaz efendim, devam etmelisiniz" diyenler mutlaka çıkar.
"Tamam mı, devam mı" virüsü beyinlere girdi ya...
Hazır olun: Önümüzdeki dönemde dönüp dolaşıp bu konuyu konuşacağız.
***
Gelelim izlenimlere:
Hindistan'da da Bangladeş'te de 14
Şubat Sevgililer Günü, üst ve ortanın üstü sınıfları ilgilendiriyor.
Esnafta ise 14 Şubat hazırlığı filan göze çarpmıyor.
Dakka'daki
manzara görülmeye değerdi. Tepeden tırnağa silahlanmış iki asker, otelin koridorunda
nöbet tutmaktaydı. Arka plandaki
duvar ise başta aşağı kırmızı kalplerle ve aşk sözleriyle bezenmişti.
Hindistan'daki bir başka manzara ise tam bir "negatif nostalji" idi:
Tekstil Bakanlığı tarafından işletilen, kısaca Emporium denilen dört katlı mağazaya gittik. Birkaç
hediye aldıktan sonra sıra geldi ödemeye.
Parayı verdik. Kız dolarları tek tek
kontrol etti. Sonra koca bir deftere kaydetti. Adından
küçük deftere yazdı.
Çarptı böldü çıkan rakamları da kaydetti. Mühürledi, imzaladı, bize de imzalattı.
Bitmedi, bizim kimlikleri alıp fotokopilerini çekti. İmzalı kâğıtlarla onları zımbaladı. En sonunda da paraları saydı.
Paraları alıp başka bir gişeye geçtik. Orada da benzeri işlemler yapıldı: Paralar tek tek kontrol edildi. Yazıldı, çizildi. Nihayet bilgisayardan bir çıkış geldi.
O kâğıdı alıp başka bir bankoya geçtik. Ve nihayet üst katlardan indirilmiş olan iki parça hediyeyi alabildik.
Bizde de döviz işleri eskiden böyleydi. Tam bir "Sovyet" sistemi vardı.
Turgut Özal'ın ne kadar önemli bir iş yaptığını, bu karşılaştırmalarla daha iyi anlıyoruz.
***
*
Ekonomist olmadığım için gözümden kaçan bir kavramı Cumhurbaşkanı Gül'den öğrendim: "Middle Income Trap" ("Orta Gelir Tuzağı").
Fakir ülkelerin, orta gelirli ülkeler haline gelmesi nispeten kolay oluyor. Ücretlerin düşüklüğünden yararlanarak, diyelim ki
tekstille kalkınıyorlar.
Ama orta seviyeye çıkınca bir sorunla karşılaşıyorlar: Orta hallilik, ücretlerin artmasına yol açıyor. Bu durumda ülke, daha fakirlerin rekabetiyle karşılaşıyor.
Peki, üst seviyeye geçmek için ne yapmalı? Formül belli: Katma değeri yüksek olan ileri teknolojiyi üretmek...
İşte tam o noktada bir de bakıyorlar ki
zengin ülkeler ileri teknoloji üretimini ve pazarlarını çoktan ele geçirmiş. Kişi başına ortalama gelirin 10 bin dolara yaklaştığı Türkiye inşallah bu tuzağa düşmez.
SABAH