Hrant'la ve 'adalet'le dalga geçiliyor...


Kaç kez yazdığımı hatırlamıyorum, çok kez yazdım, ‘Bu salondan adalet çıkmaz’ diye. Hrant Dink cinayeti davasının görüldüğü İstanbul-Beşiktaş’taki Ağır Ceza Mahkemesi salonundan söz ediyorum. Bu dava herhangi bir dava değil; Türkiye’nin kendiyle yüzleşmesine aracılık edecek cinsten, Türkiye’de adaletin varlığına kanıt olacak türden, uluslararası boyutlar da taşıyan bir dava. Nitekim, yurtdışından da gelip izleniyor. Dün de Paris ve Brüksel barosundan avukatlar vardı. Salon aynı salon. Her türlü laubaliliğe açık, davanın ciddiyetiyle ilgisi olmayan, olamayacak bir düzen. Davanın dün öğleden sonraki celsesinde tanıklar dinleniyordu. Yalan söylediği fazla gayret göstermeden apaçık anlaşılabilecek ilk tanığın dinlenmesinden sonra müdahil avukatlardan Kezban Hatemi, duruşma başlamadan önce sanıklarla tanıkların birlikte oturduklarını söyledi. Yargıç, önce inanmak istemedi. Tutuksuz sanıklardan biri doğruladı. Bir başka müdahil avukat söz almak istedi, yargıç onu tanımadı. Avukat, cübbesinin yakasını kaldırarak avukat olduğunu kanıtlamaya çalıştı, yargıç da onun öne doğru gelmesini istedi. Dinleyici kalabalığını yararak öne ilerledi avukat. Yargıç kendisini “Ben ne yapayım. 510 tane müdahil avukat var. Başsavcı’yla birlikte İstanbul’da dolaşmadığımız yer kalmadı. Bu davaya uygun bir salon bulamadık. Doğru dürüst bir salon bulunmasını en çok isteyen, inanın, benim” dedi. Sanıkların, tanıklarla, izleyicilerin müdahil ve sanık avukatlarıyla karmakarış oturduğu, tüm gidişati laubali bir davadan söz ediyoruz. Hrant Dink Cinayeti davasından! Ve Mahkeme Başkanı Başsavcı ile birlikte tüm İstanbul’u aylardır dolaşıyor ve bu davanın görülebileceği uygun bir salon bulamıyor! Yani, o salondan adalet çıkmaz, çıkamaz. Hrant Dink Cinayeti davası öyle laubali bir şekilde görülüyor ki, laubalilikten adalet çıkmaz, çıkamaz. *** Öyle bir mahkeme düşünün ki, duruşma celsesinin en önemli gelişmesi olarak beklenen bir gizli tanığın gelmesi, getirilmesi unutuluyor! Duruşmanın bir noktasında, müdahil avukatların gizli tanığın dinlenip dinlenemeyeceğini sorması üzerine Mahkeme Başkanı, “Bana gizli tanık geldi diye not geldi ama gelmemiş. Gizli tanık evde polis bekliyor. Polis burada gizli tanığı bekliyor. Ben ne yapayım?” diye serzenişte bulunuyor. Her durumda ‘Ben ne yapayım?’ diye çaresizliğini ilân eden bir Mahkeme Başkanı mı verecek adalete ilişkin hükmünü? Aynı Mahkeme Başkanı, ikide bir müdahil avukatlar ile polemik yapıyor ve yüzünde alaycı bir gülümseme ile ellerini iki yana açıp, sanık avukatlarına durumdan şikayet eder gibi dönüyor. Tarafsız, adaletin tecellisine gayret gösteren bir yargıçtan ziyade, sanık avukatlarıyla üstü kapalı bir yakınlık içinde olduğuna ilişkin izlenimler veriyor. Duruşmayı izleyen herhangi bir insanda, burada ‘adalet arayışı’ değil ‘yasak savma’ kabilinden bir duruşma yapılıyor; muhtemelen Mahkeme Başkanı, ‘Bu dava nereden bana düştü’ havasında, ortada top dolaştırıyor gibisinden bir kanaat uyanıyor. Nasıl çıkar o salondan, o mahkemeden adalet? Laubalilik öylesine diz boyu ki, cinayet sanığı, yeni evli, beyaz bereli ‘kahraman’ımız Ogün Samast, mahkemenin seyrinden öyle cesaret alabilmiş bir psikolojide ki, cinayet görüntüleri izlenirken, diğer sanık arkadaşlarına dönerek ‘Meşhur oluyorum lan’ diye zevzeklik yapabilecek bir rahatlığı kendinde görebiliyor. Hrant Dink’in acılı ailesi bir kol mesafesinde önünde otururken... *** İki hafta önce Hrant Dink’in oğlu Arat (Ararat) Dink kahpe bir cinayet kurban giden babasının ölüm yıldönümünde, İstanbul-Osmanbey’deki Agos gazetesinin önünde karlı bir havada, tipi altında bekleşen binlerce kişiye Agos’un penceresine fırlayarak ‘Üç yıldır bizimle dalga geçiliyor’ diye haykırmıştı. İstanbul-Beşiktaş’ta dün tüm Türkiye’nin ‘adalet duygusu’yla dalga geçilmeye devam edildi. Üstelik, dün herhangi bir gün değildi. Mahkeme başlamadan Beşiktaş İskelesi önünde ilk kez en yakınları bu ülkenin faili meçhullerine kurban giden, adalet arayan insanlar bir araya gelmişlerdi. Yazar Sabahattin Ali, gazeteciler Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Metin Göktepe, DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler’in, edebiyatçı Ümit Kaftancıoğlu’nun, Savcı Doğan Öz’ün en yakınları ilk kez birlikteydiler. ‘Hrant için, adalet için’ pankartı altında. Az ötede yaşı 80’e dayanmış bu ülkenin en değerli yazarlarından Adalet Ağaoğlu... Sabahattin Ali’nin kızı Filiz Ali konuştu, ‘Biz Hrant Dink’in ‘derin’ ailesiyiz. Hrant’ın arkadaşları bugün bize izin verdiler. Onların yerine biz konuşacağız. Biz buraya Arat, Delal ve Sera’nın kardeşleri olarak geldik. Yıllardır yaşadığımız ortak adaletsizliği paylaşmaya bunun tanıklığını yapmaya geldik’ dedi. Hrant Dink cinayetine bakan mahkemenin, bütün sırları alaşağı edebilecek kudrette olmasına dair dileklerini iletmek için toplandıklarını ve görevdeki sorumlulara seslerini duyurmaya geldiklerini söyledi ve ‘Biz bu davanın müdahiliyiz ve bugün avukatların mahkemeye yöneltecekleri talep listesinin takipçisi olacağız’ diye ekledi. Savcı Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz ise, ‘Bu cinayetlerle yüzleşilmezse kara bir leke olarak devam eder gider. Cinayetler de devam eder. Biz bunun için mücadele ediyoruz. Siyasi ve adli erkler, elinden ne geliyorsa yapmalı’ diye konuştu. Üç yıldır hükümetin dikkatini çekmeye çalışıyoruz; dün gelinen noktadan sonra Hrant Dink cinayeti davası, kartopu olmaktan çıkıp, tüm siyasi cinayetlerin buluştuğu bir ‘çığ’ haline gelmeye başladı. Hükümet, laubaliliğin yerini ‘adalet’in alması için üstlerine düşeni yapmadığı takdirde, bu ‘çığ’ onların da üzerine düşecek. Çünkü o salondan, o salonda öyle çalışan o mahkemeden ‘adalet’in çıkmayacağı dün iyiden iyiye belli oldu. Hrant’la ve hepimizle alay ediliyor...
<< Önceki Haber Hrant'la ve 'adalet'le dalga geçiliyor... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER