'Derin devlet'ler çatlayınca...


Dayaklar, tutuklamalar, gülünç duruşmalar ve hatta öldürmeler İranlıların protesto gösterileri için sokaklara çıkmaktan caydıramadı. Tersine, bu taktiklerin, bunlara başvuran rejim için maliyeti çıkıyor. Söz konusu taktikler rejimin meşruiyetini yiyip bitiriyor. İran uzmanlarının gözlemi rejimin gizli çekirdeğinin içinde yer alan güçlü kişilere dayanıyor. Bunun kanıtı? Sızdırmalar. Bu sızdırmalar Aralık’ta başladı. İstihbarat servizlerinin ve Devrim Muhafızlarının özel toplantılarına ilişkin sızdırmalar; devlet televizyonunun protesto gösterilerinin nasıl izleneceğine ilişkin utanç verici bir genelgesi, güvenlik güçlerinin hükümet yanlısı gösterilerin saflarını arttırmak için adi suçluları nasıl kullandığına ilişkin bir not. ‘Bütün bunlar sızdırıldı.’ Bu satırlar üç gün önceki (Perşembe) International Herald Tribune gazetesinin manşet haberinin giriş paragraflarında yer alıyordu. İran’daki iç durumla ilgili rejim inanılmaz katılıkta bir sansür uyguluyor. Binlerce kişi tutuklanıyor, aydınlar ve yazarlar yüzlercesiyle son iki hafta içinde hapsi boyladı. Yabancı gazete, ajans, radyo ve televizyonlarla, düzinelerce sivil toplum örgütüyle ve muhalefetteki web siteleriyle her türlü temas ‘karşı devrimcilik’ ve dolayısıyla ağır suç sayılıyor. Buna rağmen, İran’dan dışarıya haber sızıyor. Çok ayrıntılı olarak öğrenemesek ve öğrendiğimizin doğruluğunu sınayacak araçlara sahip olmasak bile, ne olup bittiğini kaba hatlarıyla bilebiliyoruz. Niçin? Sızdırmalar sayesinde. *** Kim mi sızdırıyor? Perde arkasında alınan kararların ne olduğunu bilen bazıları. Yani kendileri de perde arkasında olanlar. Yani İran’ın ‘kozmik odaları’nda oturanların bir kısmı sızdırıyor. Peki bunların sızdırdıklarına inanmak gerekir mi; rejimin başındakilere örneğin Rehber’e (Khamenei) ya da AhmedineCad’a karşı bir hesapları olamaz mı? Olabilir. Konu tam da bu zaten. ‘Sızdırma’ denilen durum, ‘yönetici elit’ çatladığı vakit ortaya çıkabilir. ‘Sızdırma’ da iktidar mücadelesinin bir parçası ya da en azından yan ürünüdür. Dolayısıyla, yönetici elit veya karar mekanizmasında çatlamanın olması, dışarıya ‘sızdırılan’ bilgilerin isabeti kadar, kimi nasıl yaralayacağı, kime zarar vereceği ile de ilgilidir. İran rejimi, 2000’li yıllarla birlikte giderek bir ‘güvenlik örgütleri rejimi’ ve özel olarak Devrim Muhafızları’na dayanan bir rejim oldu. İran ‘derin devleti’ de Devrim Muhafızları’nın içinde. Ama Devrim Muhafızları Örgütü de, teokratik İran rejiminin temel yönetici sınıfı olan ‘Ruhaniyan’ yani din adamları hiçbir vakit ‘yekpare’, bir başka deyimle ‘monolitik’ olmadıkları için, rejimi çatırdatan dinamikler harekete geçince, ‘karar vericiler’ arasında ihtilaflar da baş gösteriyor. Bilgi sızdırmalarının ideal iklimi budur. ‘devlet-derin devlet’ ihtilafının veya ‘derin devlet içi’ ihtilafların boy gösterebileceği ya da gösterdiği büyük değişim-dönüşüm dönemleri. Bir başka deyimle ya ‘derin devlet’lerin çatladığı veya halk hareketlerinin ‘derin devlet’leri çatlattığı dönemler... *** Türkiye’de son bir yıl içinde olan, aktörleri ve tarafları çok farklı da olsa İran’da olup-bitenlerle önemli benzerlikler gösteriyor. İran’daki sızdırmalar, nasıl ki, ülkedeki ‘özgürlük mücadelesi’ne ivme kazandırıyorsa, Türkiye’deki sızdırmalar da, ‘askeri vesayet’ten kurtulma, ‘hukuk devleti’ne geçiş, ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesinin kavranmaya başlanması, darbeler ve askeri muhtıraların tedavülden kaldırılması gibi süreçlere imkan verdi. Hele son yarım yıl içindeki ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ ve ‘Kafes Operasyonu’na ilişkin sızdırmaların sonuçlarını bir hatırlayın. Ergenekon örgütlenmesi ortaya çıkartılmasaydı, Danıştay baskınından Cumhuriyet gazetesine bomba atılmasına, Poyrazköy kazılarında yer altından çıkartılan silahlara uzanan provokasyonlar zincirine; Cumhuriyet mitingleriyle darbe girişimleri arasındaki bağlantılara vakıf olabilir miydik? Böyle bir süreç yol almasaydı, ‘İrtica ile Mücadele Eylem Planı’ ve ‘Kafes Operasyonu’ gibi belgeleri kim ‘sızdırır’dı, kim yayımlardı? Bunlar sayesinde darbecilik konusunda toplumsal bir duyarlılık, uyanıklık ve bağışıklık bugüne dek olmadığı ölçüde gerçekleşmedi mi? İsmet Berkan’ın hukuki altyapısında değişiklik olmadığı için ironik biçimde ‘Endişeye gerek yok: Askeri vesayet bitmiyor’ diye yazı başlığı atması kısmen doğru. ‘Askeri vesayet bitiyor’ diye endişelenenler var ve haksız değiller. ‘Endişeye gerek var’ çünkü 28 Şubat’ın utanç verici, generallerin önünde hazırolda bekleyen ‘garnizon medyası’ndan, kameraları ve muhabirleriyle ‘fail-i meçhul’ kararlarının alındığı merkezlerin önüne yığılan medyaya doğru bir evrim yaşamaktayız. Bu süreç, ister istemez ve kaçınılmaz olarak ‘askeri vesayet’in hukuki altyapısına el atılmasına da yol açacak. Altı ay önce askerlerin sivil yargıda yargılanmalarını sağlayan yasa değişikliği, bunun ilk işareti. O yasa değişikliği olmasa hükümet liderlerine suikast kuşkusu nedeniyle, bugün o ‘kozmik oda’da sivil yargıç çalışıyor olabilir miydi? İşin medya boyutuna bakalım. Bütün bunlar olmasaydı, Ergenekon soruşturması yaşanmasaydı ve Silahlı Kuvvetler içindeki cuntalar ve darbe girişimlerine ilişkin ‘sızdırma’ yapılmasaydı, medyada kimin Ergenekon’u karartma ve sulandırmaya kalkıştığını görüp teşhis edebilir miydik? ‘Sivil faşizm’, ‘tek parti diktatörlüğüne gidiyoruz’ cinsinden ipe sapa gelmez hezeyanların, Ergenekon’u bunca zamandır karartmak ve sulandırmakla uğraşan aynı çevreden seslendirildiğini izliyoruz. Bugüne dek ‘sızdırılan’ birçok belge, ‘psikolojik savaş’la ilgiliydi. Bugünlerde ‘psikolojik savaş’ın nerede. nerelerde kararlaştırıldığını, nasıl ve kimler aracılığıyla yürütüldüğünü fark ediyoruz. Bunların bir bölümüyle aynı yayın grubu içinde bulunduğumuza, hatta aynı gazetelerde yazdığımıza bakmayın. Türkiye, önemli bir değişim-dönüşüm ve geçiş döneminde. Böyle dönemlerde öyle karambol görüntüler olur. Bu görüntüler de geçecek...
<< Önceki Haber 'Derin devlet'ler çatlayınca... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER