Televizyonlarda bir reklam var. Sigorta şirketi reklamı.
Deniz kıyısında keyifle oturan veya Kapadokya’da balon sefası yapmaya hazırlanan bir çiftin karşısındaki boşlukta bir kapı açılıyor.
Tanrı’nın mesajı gibi.
Ama kapıda melek değil, ciddi giyimli bir kadın ve erkek beliriyor.
Çiftle biraz sohbet edince bir hayal içinde olduğumuzu anlıyoruz.
Biraz sonra resmi giyimli erkek veya kadın, hayal kuran çifti kibarca sepetliyor, yerine paralarını akıllıca biriktirmiş bir başka çifti alıyor.
Anlayacağınız artık hayal kurmak bile parayla.
Ev alamıyordunuz artık ev alma hayali de kuramayacaksınız.
Tatil yapamıyordunuz, onun hayali de
yasak.
Kapitalizm böyle bir şey.
Herşeyin bir bedeli var.
Parasını öderseniz herşey serbest, neredeyse herşey.
Paranız yoksa hayal kurmak bile yasak.
Hatta
emekli olmak bile.
Ölene kadar çalışmanız gerekiyor, bir
deniz kıyısında ayaklarınızı uzatıp keyif yapmak
haram size.
Oysa ne güzel hayallerimiz var bizim.
Bu topraklarda kardeş kavgasının sona ermesini hayal ediyoruz mesela.
Askerin
politika sahnesinden tamamen çekilmesini, interten hack’lemekten, andıç yazmaktan vazgeçmesini hayal ediyoruz.
Türkiye’de insanların
Alevi-Sunni, laik-ataist,
içki içen-içmeyen,
başı açık-örtülü ayrımı yapılmadan özgürce yaşamasını da hayal ediyoruz.
O
sigorta şirketine yeterli bir ödeme yapsak bize bu hayalleri sağlar mı acaba?
Yoksa bizim yerimize de Avrupa’dan insanlar mı getirir?
Geçmişte insanlarınızın hayatını değersiz bir meta gibi saçtınız...
Okuyan, yazan, düşünen insanları ya öldürdünüz, ya sürdünüz, ya işkencelerden geçirip mahpuslarda süründürdünüz diye.
Biz de birbirimize ‘’İnsanların hayatını saç saç, sonu böyle olur’’ diye kızarmıyız.
Daha demokratik, daha eşitlikçi, daha özgür bir dünya için yeterince yatırım yaptık mı bizler.
Veya yapanlara
destek çıktık mı?
Bugün bile Kürtler’in eşit haklara sahip olması fikri bir kısmımızı rahatsız etmiyor mu?
Ermeni tehcirini haklı, Kürtçe’nin yasaklanmasını doğru, Varlık Vergisi, 6-7
Eylül olaylarını kaçınılmaz bulanlar yok mu aramızda.
Yine de bu uğurda mücadele veren, risk alan, can verenlerin ödediği bedel daha düzgün bir Türkiye hayalini mümkün kılar diye düşünüyorum.
Daha iyi bir Türkiye için sürgüne giden, mahpusa düşen, toprağa düşen insanların mücadelesi bizlerin bugüne gelmesinde büyük pay sahibi.
Sigortacı abiler, ablalar...
Ne dersiniz, daha iyi bir Türkiye’yi hayal etmeyi hak etmişiz değil mi?
Güler Zere ve
Adli Tıp Kurumu
Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, önüne
Adli Tıp raporu gelir gelmez af kararını yayınladı ve Güler Zere dün
tahliye oldu.
Hiç olmazsa ömrünün son bölümünü ailesiyle birlikte geçirebilecek.
Burada vahim olan
Adli Tıp Kurumu Başkanı
Haluk İnce’nin sözleri.
Kendisine bilim insanı diyen herkesin yüzünü kızartacak cinsten bir açıklama bu ve İnce, siyaseti bilimden önde tuttuğunu göstermesine rağmen hala o koltukta.
İnce, Zere’nin tahliyesiyle ilgili
bir soruya, aynen şu cevabı verdi:
“Karar verirken hastanın yararını düşündüğümüz kadar, toplumun bazı kesimlerinin düşüncelerini de düşünmek zorundayız.”
Yani
PKK mensubu olduğu iddia edilen kişiler işkenceden geçerse, İnce’nin başında olduğu kurum toplumun bazı kesimlerini düşünerek farklı karar verebilir.
Böyle mantık olur mu?
Bu mantıkta biri böylesi önemli bir kurumun başında kalabilir mi?