Türkiye ile
İsrail arasında ilişkiler giderek kötüleşiyor. Dar görüşlü bazı
Amerikalılar için bu kabul edilemez bir durum, zira ABD’nin Ortadoğu’da iki ‘demokratik müttefiki’ var, biri İsrail diğeri Türkiye. Türkiye’nin ‘demokratik olmayan’
bölge ülkelerine yaklaşırken, ‘demokratik’ İsrail’den uzaklaşması kabul edilebilir bir şey mi?
Bu yaklaşımın altında üstü kapalı bir tehdit de sezilmiyor değil. Türkiye’nin -açıkçası Baş
bakan Tayyip Erdoğan’ın- İsrail’e böyle olumsuz bir tavırla davranmasının Türkiye’ye ‘maliyeti’ fena halde çıkar, Türkiye bundan zarar görür. Yani, iyisi mi yol yakınken Türkiye ayağını denk alsın.
Bunlar bitpazarına gönderilmesi gereken ‘eski’ye ait kafa yapılarının bakış açıları ve değerlendirmeleri. 2009 yılının dünyasında Amerika’nın küresel çıkarları açısından Türkiye mi, yoksa İsrail mi daha önemli; tartışmaya değer.
Türkiye, ABD’nin Orta Asya’dan Kafkasya’ya, Balkanlar’dan Ortadoğu’ya kadar uzanan ‘hayati çıkar alanları’ bakımından son derece büyük öneme sahip. Amerika’ya bu ‘
kilit ve geniş jeopolitik havza’da İsrail’den edinebileceği bir fayda yok, hatta İsrail, Beyaz Saray’ın
baş ağrısı. Geçen gün Strobe Talbott söyledi, Başkan Barack Obama’nın dünyada popülarite reytinginin en düşük olduğu ülke şu ara İsrail. Yüzde 10’un altındaymış.
Amerika’nın İsrail’i kollamak uğruna yaptığı her girişim, buna katılanın başına bela oluyor.
Gazze’deki İsrail savaş suçlarını belirleyen ve üstelik bir
Güney Afrikalı Yahudi’nin damgasını taşıyan Goldstone Raporu’nun BM İnsan Hakları Konseyi’nde oylanmasını
Filistin lideri Mahmut
Abbas’a
baskı yaparak erteletti Amerika. Sonuçta, hem Rapor oylandı ve kabul edildi ve hem de
Mahmut Abbas (Abu Mazen) Filistin halkı nezdinde iflah olmaz şekilde zora düştü ve bu iş siyasi rakibi Hamas’a yaradı.
Tecrübeli İsrailli gazeteci Nahum Barnea, İsrail hükümetinin Amerika’nın Türkiye’yi İsrail’e karşı zapturapt almasını beklediğini belirtiyor. İsrail hükümetinin beklentisi demek ki bu.
Türkiye’de 10 yıldır Amerika’yı etkilemek için İsrail ile iyi ilişkilerin şart olduğu düşünülüyordu. Yani,
Washington yolu
Tel Aviv’den geçer gibi bir anlayış yaygınlaştırılmıştı. Şimdi, Tel Aviv, Ankara’ya Washington üzerinden ulaşmaya çalışıyor.
Amerika’nın İsrail’e müzahir olmaya kalkışmasına uyum gösteren kendini yakıyor, Mahmut Abbas örneğinde olduğu gibi.
***
Şu değerlendirmeye ne diyorsunuz:
“Yıllarca İsrail ABD’nin kayıtsız şartsız desteğinin davranışlarının sonuçlarından kendisini korumak için yeterli olduğunu düşünerek hareket etti. Bu yüzden geçen hafta (Türkiye’den gelen tepki) onun için görülmemiş ölçüde travmatik oldu.
Hiçbir
intihar eylemcisi kendisini havaya uçurmadı ve hiçbir roket ya da
havan mermisi düşmedi, ama Türkiye’nin burnunu sürtmesi ve BM İnsan Hakları Konseyi’nden çıkan oy İsraillileri amaçsız bir bombardımandan daha fazla sarstı. Bu iki olay İsrail’in geçen kış 1400 Filistinliyi öldürdükleri ve Gazze’yi harabeye çevirdikleri saldırı için artan bir siyasi bedel ödemekte olduklarına işaret ediyor.”
‘The National’ adlı gazetenin Tony Karon imzalı yazısından.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin geldiği dayandığı nokta kimse için
sürpriz olmamalı. Bundan
10 yıl önce askeri
işbirliği akıl almaz boyutlara çıkarılarak iki devlet arasında ‘balayı’ başladığı
vakit, bunun hararetli destekçilerini, özellikle İsraillileri sinirlendirecek şekilde İsrail televizyonuna da konuşmuştum, İsrail yanlısı
Amerikan düşünce kuruluşlarında da.
İsraillileri, bu ‘balayı’ ilişkisinin sahici bir ilişki olmadığı, hastalıklı olduğu ve Türkiye halkının iradesine değil, 28 Şubatçı ‘asker-
sivil’ ekibin siyasetine dayandığını söylemiştim. Bunun Türkiye’de ‘demokratik bir
iktidar yapısı’ oluştuğu vakit böyle süremeyeceği uyarısını yapmıştım.
İsrailliler, Türkiye halkının duygularını ve seçilmiş temsilcilerini pek nazar-ı itibara almadılar. Türkiye ‘devleti’ ve ‘askeri kurum’la kurdukları ilişkiyi yeterli ve ebedi sandılar. Türkiye ‘demokratikleştikçe’, İsrail ile ilişkinin böyle sürmesi imkânsızdı.
Gazze, Türkiye’de yüzde 47’lik
seçmen desteğiyle hükümet kurmuş, Ortadoğu’da etkili olmayı
hedef alan bir iktidar dönemine denk geldi. ‘Balayı’ bitti. Halktan halka kurulan bir ilişki değildi zaten. Derinliği yoktu.
***
Türkiye-İsrail ilişkilerindeki bozulmanın ‘faturası’nın Türkiye tarafından ödeneceğini düşünenler yanılıyorlar. İsrail’in saygın
Haaretz gazetesi önceki günkü ‘Gereksiz Düello’ başlıklı başyazısında İsrail
Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Türkiye’nin
Suriye ile başlayabilecek müzakerelerde güvenilir arabulucu artık olamayacağını bildirmesini
sert bir şekilde eleştiriyordu.
Haaretz, başyazısını şöyle bitirmişti:
“Eğer güvenilir arabulucular listesinden çıkarılırsa bundan zarar görecek olan Türkiye değildir. Daha ziyade, gelecekteki görüşmeleri kolaylaştıracak önemli bir
iletişim kanalını kapatmış olacak olan İsrail’dir.”
Sağcı
Jerusalem Post ise dünkü sayısında İsrailli bakanların 29
Ekim resepsiyonuna katılıp katılmamak konusunda ikiye bölündüklerini haber veriyordu. Enformasyon ve Diaspora Bakanı Yuli Edelstein katılmayacakmış; “Yüzümüze tükürecekler ve yağmur yağdı diyeceğiz.
Gitmeye niyetim yok ve bakan arkadaşlarımın da öyle davranmalarını umut ediyorum” demiş.
Bilim ve
Teknoloji Bakanı Daniel Hershkowitz de gitmeyecekmiş.
Buna karşılık
Ticaret ve Çalışma Bakanı -tecrübeli bir politikacı ve askerdir- Binyamin Ben-Eliezer, Türkiye ile ilişkileri ‘stratejik’ olarak nitelemiş ve ‘her ne pahasına olursa olsun korunması gerektiğini’ belirtmiş. O katılacakmış.
Görüldüğü gibi, İsrail, Türkiye ile ilişkilerini tartışıyor ve hükümeti eleştiriliyor.
Türkiye’de komplekslenmeye ve bozgunculuğa gerek yok. İsrail’in ‘dokunulmazlığı’ olmamalıydı ve Türkiye bunu kaldırdı. Az iş değildi.
Ama yapıldı ve ‘faturası’ Türkiye’den ziyade, buna yol açan İsrail’e çıkabilir.