Türkiye’nin ve hatta dünyanın gözü bugün Bursa’da olacak. Türkiye-
Ermenistan milli maçı. Maçın
futbol açısından hiçbir önemi, Milli Takımımızın
2010 Dünya Kupası hayallerinin bittiği cumartesi gününden beri kalmamıştı. O hayallerin bittiği o cumartesi günü Türkiye ile
Ermenistan arasından yepyeni bir geleceği haber veren ‘tarihi imzalar’ atılmıştı.
Bir yıl ya da tam tamına 13 ay önce yine Ermenistan-Türkiye maçı vesilesiyle
Erivan’a gitmiş olanlar aradan geçen süre içinde nereden nereye gelindiğini daha iyi fark edebilirler.
6
Eylül 2008 gününde de bir ‘tarihi olay’ yaşanmıştı.
Abdullah Gül, Ermenistan’a ayak basan ilk Türkiye Cumhurbaşkanı olarak adını tarihe kazıtmıştı.
Cumhurbaşkanı Gül ile gelip gidenler, önceden Erivan’a ayak basan ve Gül ayrıldıktan sonra da Ermenistan topraklarında kalan benim de aralarında bulunduğum grup (Hasan
Cemal,
Mustafa Karaalioğlu,
Ali Bayramoğlu,
Yavuz Baydar) kadar, ‘tarihi olayın nabzı’nı pek hissedemeyebilirlerdi. Buna
Ahmet Davutoğlu da dahil.
Erivan’daki maç bitmiş, iki
cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile
Serj Sarkisyan, şeref tribününün arkasındaki bölmeye geçmişlerdi. Orada birkaç saat önce Erivan’a gelen ve biraz sonra ayrılacak olan Cumhurbaşkanı Gül ve refakatindekiler için bir
resepsiyon düzenlenmişti. Bizi de davet ettiler. Ahmet Davutoğlu ile ayaküstü sohbet ederken, o sırada dış
politika alanında ‘Baş
bakan Başdanışmanı’ sıfatını taşıyan günümüzün parlak
Dışişleri Bakanı’na Erivan’a ilişkin ‘ilk intibaı’nı sormuştum.
Davutoğlu, havaalanından şehre gelene dek geçilen 10-15 dakikalık yol boyunca yol kenarlarında bazı kişilerin
pankart açmasından rahatsız olmuştu. Pankartların üzerinde 1915 öncesi Ermeni yoğun bazı
Anadolu şehirlerinin isimleri ile
İngilizce ‘unutmadık’ yazılıydı. Bunun dışında bir
protesto olmadığı gibi, söz konusu pankartlar da çok sık bir görüntü değildi.
Ama Davutoğlu o kadarından bile rahatsız olmuştu.
“Ahmet bey. Burası Erivan. Erivan’dayız” diyerek takıldığımı hatırlıyorum.
***
Bu
şaka yollu ‘hatırlatma’nın benim açımdan bir perde arkası vardı. Bir gece önce saat gece yarısını hayli geçmiş ama güzel bir yaz sonu gecesinde şehrin ortasındaki etkileyici meydana bakan Armenia Mariott Oteli’nin
kaldırım üzerindeki terasında Ermenilerle hararetli sohbetimiz bitmemişti. Herkes birbirine karışmıştı. Türk gazetecileri, ‘öncü
heyet’ mensubu Türk diplomatları ve güvenlikçiler, ‘tarihi’ maç için Doğu illerimizden gelen vatandaşlarımız, İstanbul’dan gelen Ermeni vatandaşlarımız, Diaspora’dan aynı amaçla koşup gelen Anadolu kökenli Ermeniler, Erivan ‘eliti’ne dahil Ermenistanlı Ermeniler.
İnsani temas ve dokunuşlar, 1915 sonrası katılaşmış duyguları, korkuları aniden güneş altına tutulmuş bir buz kalıbı gibi eritmeye başlıyor, sohbetler şakalaşmalara dönüşüyordu.
İşte öyle bir atmosferde Taşnak Partisi’nin Dış İlişkiler Sorumlusu Giro Minoyan’la da tanışıp,
tartışmaya başladık. Tartışma gayet makul bir tonla devam ettiği için, ortamdan cesaretlenip, “Sakın Cumhurbaşkanımıza karşı yarın bir
protesto gösterisi filan yapmayın” diyecek kadar ileri gittim. Minoyan, “Bir şey yapmayacağız. Havaalanından gelen yolun kenarına dizilip sessiz biçimde pankart açacağız” karşılığını verdi.
“Onu da yapmayın” dedim. Minoyan dayanamadı, “Eh, isterseniz Taşnak Partisi’ni lağvedelim” dedi, “Bırakın da bari o kadarını yapalım...”
***
Ermenistan’da yüzde 12’lik bir
seçmen gücü olan (Diaspora’da, özellikle Lübnan’da güçlü) ve Türkiye ile normalleşme sürecine karşı çıkarak
koalisyon hükümetinden birkaç ay önce ayrılan Taşnak Partisi’nin belki tarihinde yaptığı en sessiz ve yumuşak gösteriden rahatsızlık duyan o Ahmet Davutoğlu, birkaç gün önce Zürich’te Ermenistan
Dışişleri Bakanı Nalbantyan ile birlikte ‘tarihi imza’yı atan bugünün özgüven sahibi Türkiye Dışişleri Bakanı.
Tarih anlatırken, ‘Tarih yazanlar’dan biri oldu.
Bu azbuz bir değişiklik değil ve üstelik bu değişiklikte onun güçlü ‘
parmak izleri’ var.
Asıl çok büyük ve asla gözden kaçırılmaması gereken değişiklik Türkiye’nin ‘devlet iradesi’nde. Ermenilik ile her şeyi yıllarca tabuların, yasakların ve
kanuni girişimlerin konusu haline getirmiş ve en önemlisi kurumlarının affedilmez
ihmali ile
Hrant Dink cinayetinin ‘faili meçhul’ü izlenimini
doğuran devlet, Bursa’daki konuk Ermenistan Cumhurbaşkanı ve diğer
Ermeni konuklar için ne kadar titiz, ne kadar düşünceli.
Bursa’daki stadyuma
Azerbaycan bayraklarının sokulmasına karşı bile önlem alınıyor. O Azerbaycan bayrakları ki, Yukarı Karabağ çevresindeki Azerbaycan toprakları Ermeni işgali altına girdiği
vakit, Türkiye’nin meydanlarını dolduran binlerce insanımızın ellerindeydi.
Bursa’daki maç için gösterilen bu ‘olağanüstü titizlik’ Türkiye’nin politikasında ‘Azerbaycan’ı terk etmek, Ermenistan’a yönelmek’ gibi sığ polemiklerin kolay hedefi haline gelecek cinsten bir sapmayı elbette ki ifade etmiyor.
Peki neyi ifade ediyor?
‘Normalleşme’nin, Protokoller’den birindeki ibareyle ‘iki
halk arasında karşılık güvenin yeniden tesisi’nin açılışı henüz yapılmışken, konuk Ermenistan Cumhurbaşkanı’na karşı ‘nazik olmayacağı besbelli olan’ bir davranışa önlem almayı ifade ediyor.
Olgun ve saygın devletler, bu gibi durumlarda ne yaparsa, Türkiye onu yapıyor.
***
Bize, bugün Bursa’da oynanacak maçla ilgili ‘önlemler dizisi’ içinde
doğal gelen şeyler, geçen yıl Türkiye-Ermenistan kelimeleri yanyana geldiğinde ne durumdaydık, düşünürseniz; aslında gerçekten geleceğe yönelik umutları parlatan ‘olağanüstü’ gelişmeler.
Bu ‘devlet iradesi’nin bir ‘siyasi irade’ eseri olduğunu da unutmayalım.
Peki, ‘Demokratik Açılım’dan ‘Ermenistan’la normalleşme’ vurgusuyla Karabağ’da da ilerleme sağlanmasına yol açma ihtimali taşıyan, böylece Azerbaycan’a da hayrı dokunacak olan bu yeni ‘
Kafkasya Açılımı’nı bu siyasi kadro nasıl yapabildi?
Temelleri Turgut
Özal tarafından atılan ama o günlerden bugüne başarılamayan nice siyasi proje nasıl oluyor da ‘bunlar’ın elinde başarıya dönüşüyor?
Evet, ‘konjonktür’ün payı var ama ‘bunlar’ın, yani ‘kendilerinin’ hiç mi payı yok?
Uçakta bu konuları konuşurken, Soli Özel ‘Bu adamların İttihatçılarla hiçbir organik
bağı yok. Ondan olmalı’ dedi.
Öyle galiba.
Uçak?
Irak’a, ilk
durak olarak Irak Kürdistanı’na uçuyorum.
Bu yazıyı
uçakta yazdım. Uçak Süleymaniye’ye inişe geçti. Yarın
Erbil. Yarından sonra
Bağdat.
Celal
Talabani Süleymaniye’de. Yarın Erbil’de olacak. Yarından sonra Tayyip Erdoğan’la buluşmak üzere Bağdat’ta olacak.
Talabani, bana birkaç yıl önce ya Süleymaniye’de ya Bağdat’ta söylemişti, “Bu
iktidar Türkiye’de
Kürtler için büyük şans. Çünkü bunlar Türkiye tarihinin Kemalist ideolojiden gelmeyen tek siyasi iktidarı.”
Evet, ‘İttihatçı genleri’ ve ‘İttihatçı kodları’na sahip olmadıkları için, Türkiye’nin şu sıradaki
yönetici kadroları aslında, Ermeniler için de ‘büyük şans’ olmalı.
Hatta, ‘
Müslüman kimlik’ paradigmasından dünyaya bakmayı ihmal etmedikleri için Azerbaycanlılar için de...
Cengiz Çandar’ın bu yazısı aynı anda Referans gazetesi ve www.hurriyet.com.tr web sitesinde de yayımlanmaktadır.