Gelin biz olayları çarpıtan siyasi
ağız dalaşını bir yana bırakıp, çıplak gerçekliği görmeye çalışalım.
Soru basit: Bu işin içinde ABD var mı? Cevap da basit: Elbette var!
Medyaya yansımayan görüşmeleri bir yana bırakın. Sadece ve sadece ABD Başkanı Obama'nın, Türkiye'ye geldiğinde DTP (Eş) Başkanı
Ahmet Türk ile görüşmesi dahi yeter.
Başkan Obama, 7 dakika süren o görüşmede, kendi mesajını apaçık vermiş ve özetle 'silahlar sussun,
Kürtler haklarını demokratik platformda arasın' demişti.
Elbette bu yalnızca ABD'nin değil,
Avrupa Birliği'nin de mesajıydı. Daha sonra gördük ki artık
Rusya da bu mesajı
destekliyor.
O halde olay şudur:
Bölgeyle ilgili büyük oyuncuların Türkiye'den talebi var: 'Şu Kürt sorununu artık çöz' diyorlar. (İnsaniyet namına değil elbette, çıkarları gereği.)
Eh,
Ankara da çözecek!
***
Peki, nasıl çözecek?
Konuşarak, dinleyerek ve tartışarak...
Örneğin İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın aydınlarla bir araya gelmesi, olayın
psikolojik yönü; kamuoyu yaratma, süreci meşrulaştırma çabası.
Yoksa çözüm hazırlığı yıllardır sürmekte. Açık ve gizli toplantılarda, neler yapılması gerektiği zaten konuşulmakta.
Mesela Uluslararası Stratejik
Araştırmalar Kurumu yöneticisi ve
Polis Akademisi
öğretim üyesi Doç.
İhsan Bal, üç yıldır bu konuda çalıştıklarını, Güneydoğu'daki vali,
kaymakam ve güvenlikçilerle mülakatlar yapıldığını söylüyor. (
Taraf, 24
Ağustos)
Özetle, henüz
açılımın a'sı dahi ortada yokken, ilgili kesimler bu mesele üzerinde kafa patlatıyordu.
Eğer gerçekten ortada bir ABD planı bulunsaydı, işler ne de kolay olurdu.
Uygularsın planı, olur biter!
***
"Bu bir ABD planıdır" diyenlerin amacı,
Hükümet'i pasif bir uygulayıcı gibi göstermek...
Sanki ABD, kapsamlı bir açılım planı hazırlayıp Türkiye'nin eline tutuşturmuş; Hükümet de bunu uygulamakta...
Tabii bu lafı ortaya atanlar nasyonalistler olduğu için, aynı zamanda halka, "Çözüm çabası milli değil, o yüzden desteklemeyin" mesajını da veriyorlar.
Böylece 'çözüme değil, savaşa destek veren psikolojik faktörleri' güçlendirme peşindeler.
Bu taş koyma çabasına sadece Deniz
Baykal ve
Devlet Bahçeli gibi siyasetçiler değil, nasyonalist gazeteciler de omuz veriyor.
İçişleri Bakanı adamları çalıştaya davet ediyor, gitmiyorlar; sonra da 'Biz niye çağrılmıyoruz' diye yaygara koparıyorlar.
Sanki gitseler olumlu bir katkıları olacak! Görüyoruz işte her gün neler yazdıklarını.
Her kesimden 40 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetmiş... En az 300 milyar dolar boşuna harcanmış... Açılıma destek veren Sezen Aksu'ya, "Niye hükümet yalakalığı yapıyorsun" diyor adam.
Hani eskilerin 'Kaleminden kan damlıyor' diye bir deyimi vardır. Etkileyici, dokunaklı bir üslupla yazanlar için söylenir.
Olaylar, bu nasyonalist takımın kaleminden 'gerçek anlamda' kan damladığını gösterdi:
Yazdıkları her kelime barışa değil, savaşa
hizmet ediyor. Bir de kalkıp "Yurtta sulh, cihanda sulh" demezler mi...