Kendisine
Orgeneral Başbuğ diye hitap edeceğim, çünkü hem konumu, hem de yaşı, adıyla hitap etmeyi çok yakışıksız kılar.
Ertuğrul Özkök’ün yazısından öğrendiğimize göre, Van’ın
Özalp ilçesinde kamuoyuna tam yansımayan bir gerilim yaşanıyor.
Gerilimin nedeni, Muş’ta 1943 yılında 33 köylünün
ölüm emrini veren Mustafa Muğlalı’nın adının bir garnizona verilmiş olması.
Özalp’ın DTP’li belediye başkanı da bu karara karşılık olarak garnizon çıkışına ölenlerin anısına bir
anıt yapma kararı almış.
Herhalde asker bu durumdan rahatsızmış ki, Özkök başkandan bu anıt işinden vazgeçmesini öneriyor.
Ölenler onlar, ölümlerden sorumlu komutanın adı ilçelerindeki garnizona verilerek aşağılananlar da onlar ama fedakarlık yine onlardan isteniyor.
Burada adaletsiz bir durum yok mu?
Muğlalı
mahkeme kararıyla suçu tesbit olmuş bir isim.
Hem terörün bitmesine
destek verip, hem de
Kürt meselesinin bugünkü boyuta gelmesine katkıda bulunmuş bir isme iadeyi itibarda bulunmak doğru bir karar mıdır?
Demokratik
Türkiye’nin önünün açılması, şiddetin
teşvik edilmemesi için bu kararınızı gözden geçirmenizde büyük yarar olduğunu düşünüyorum.
Ahmet Türk’ten özür dilemelisiniz
Bir insan düşünün ki,
bölgenin en saygın, etkin isimlerinden biriyken sadece Kürt kökenli olduğu için cezaevine konmuş ve en aşağılık işkencelere maruz kalmış.
Sabaha karşı yatağından kaldırılıp marş okunması istenmiş.
Öyle ki, cezaevinden çıktıktan sonra bile uzun süre bu korkuyla
yaşamış.
Dışlanmış, mahkum edilmiş, işkence görmüş, kimliği yok sayılmış.
Devleti, ona düşmana reva görülmeyecek muamelelerde bulunmuş.
Buna rağmen sorunun değil çözümün, düşmanlığın değil, kardeşliğin yanında yer almış.
O insanın adı Ahmet Türk.
Şimdiki görevi, DTP Genel Başkanlığı.
PKK, Silahlı Kuvvetler ve
iktidar sarmalında
siyaset yapmaya çalışan bir isim o.
Zorluklar karşısında yılmadan, umudunu kaybetmeden çabasını sürdürdü.
Ancak hep yok sayıldı.
Silahlı Kuvvetler, o ve arkadaşları Meclis’te diye Meclis’ten ayağını kesti.
Başbakan uzun zamandır DTP ve lideri ile görüşmeyi reddetti.
Ancak Kürt meselesinin çözümünün artık
diyalogdan geçeceği gerçeğini asker dahil, herkes gördü.
Sadece Kürtlerle değil, toplumun tüm kesimleriyle diyalog.
Çözüm sadece bir etnik grubun taleplerinin karşılanmasıyla çözülmeyecek kadar derin.
Sorunun çözümü tam demokratikleşmeden geçiyor.
Metalcinin de, Alevi’nin de haklarına saygı sağlayacak bir hukuk düzeni oluşturmak şart.
Kürt meselesini çözmüş bir Türkiye, gerçekten kanatlanacaktır.
Bölgede temsil kabiliyeti olan iki parti var,
AK Parti ve DTP.
CHP ile MHP’nin bölgeden oy alma kaygısı olmadığı için her türlü çözümsüzlüğü seslendirebiliyor ve milliyetçi duyguları
tahrik etmeye çalışıyor.
PKK meselesini halletmiş bir AK Parti’nin yeni bir
seçim zaferini garantileyecek olması ihtimalinin de bu duruşta etkisi var elbette.
Oysa sorun basit.
Cumhurbaşkanı Gül’ün şehit analarına söylediği gibi, “Gözü
yaşlı annelerin yanına yenilerinin eklenmesini mi istiyorsunuz, yoksa bu acıların dinmesini?”
İnsanların etnik kimliklerini koruyarak
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmasından neden rahatsızsınız?
Siyaseti düşmanlık değil de kardeşlik dili üzerinden yapmak mümkün değil mi?
Ve de uzun bir aradan sonra Erdoğan’dan Başbakan olarak değil de AK Parti Genel Başkanı olarak randevu alabilmiş olan Ahmet Türk’ten özür dilemeyi düşünmüyor musunuz?
Yaşadıklarına rağmen 17 bin
faili meçhul de dahil olmak üzere geçmişi unutmaya hazır olan bu insanın
silahların susmasına nasıl bir katkıda bulunacağını görmemek için körü körüne siyaset yapıyor olmak gerek herhalde.
Türk’ü yok sayarak siyaset yapmanın ancak askeri bir demokrasiye denk düştüğü çok açık ortada.
Vatanseverlik eline silah alıp dağa çıkmak değil, dağdaki silahlı genci aşağıya indirme çabasına destek vermektir.
Vatanseverlik memleketin dağına taşına “Ne mutlu Türküm” yazmak değil, o dağı taşı bölge insanı için ekmek kapısı yapabilmektir.
Vatanseverlik, ölen her
genç için acıyı yüreğinde hissetmektir.
Vatanseverlik, etnik kökenine, inancına, yaşam biçimine bakmadan bu ülkenin tüm vatandaşlarının özgür, saygın birer birey olmalarına katkı sağlamaktır.
Türkiye böyle bir demokratik
açılım fırsatını yakaladı.
Bu sefer bu fırsat kaçmasın.