Kürdistan Parlamentosu’nun bir sözcüsüne göre,
referandum Eylül ayında yapılacak. Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut
Barzani’nin referandumun 25 Temmuz’da yapılmasında ısrar ettiği haberleri geliyordu.
Kürdistan
Anayasası referandumunun
erteleme gerekçesi olarak
Kürt Seçim Komisyonu’nun aynı günü iki
oylama birden yapamayacağını bildirdiği gösterildi ama ‘gerçek neden’in perde arkasından gelmiş olması kuvvetli ‘
Amerikan vetosu’ olduğu tahmin edilebilir. ‘Türk-Amerikan vetosu’ demek belki daha da doğrudur.
Irak Kürtlerinin, en yakın iki müttefiki ABD ve
Türkiye; ve bu iki ‘yakın müttefik’in her ikisi de sessiz sedasız çıkartılan ve üzerinde Irak’ta
kıyamet kopan ‘Kürdistan Anayasası’nın bu kadar kısa bir süre içinde referanduma sunulmasına karşılar.
Zaten Adnan Müftü, Obama’nın girişimiyle Irak’a üç günlük hızlı bir ziyaret yapan ve Kürtlerin taraf olduğu sorunların çözümüne çalışan Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın Kürt liderlerle telefonda görüştüğünü, bu görüşmede ‘Kürtlerin kendi
bölgeleri için bir anayasa yapma hakkı bulunduğunu, bununla birlikte anayasanın içeriğine ilişkin itirazları göz önüne almalarını
tavsiye ettiğini’ söylemişti.
Irak
Başbakanı Nuri el-Maliki’nin -21 Temmuz’da Washington’a gidiyor- dünkü
Wall Street Journal’da yayınlanan söyleşisi, Biden üzerinden
Erbil’in üzerine yığılan ‘Amerikan baskısı’nın sonuç verdiğine ipucu teşkil ediyor.
***
Kürtlerin, ‘Kürdistan Bölge Yönetimi’ni oluşturan Erbil,
Süleymaniye ve Dohuk vilayetlerine ek olarak
Kerkük vilayeti, Musul şehrini içeren Ninova vilayeti ve Diyala vilayetini de ‘Irak Kürdistanı’ olarak anayasalarına dahil etmeleri üzerine bizim tarihi Musul Vilayeti işte tam da orası- ortaya çıkan
Bağdat-Erbil sürtüşmesi üzerine sorulan bir soruya Nuri el-Maliki’nin cevabı şöyle:
“Biden’a ilettiğimiz bazı çözümler ve benim bazı görüşlerim var. Bu konuda Kürtlerle konuşacağını söyledi. Ona anayasa referandumundan vazgeçmelerini, çünkü bunun birçok karışıklık çıkaracağı ve birçok ayrılığa yol açacağını belirttim. Bu gibi şeyler diyalogla çözülmeli. Biden kendi görüşünün böyle olduğunu, onlara öyle davranmalarını tavsiye edeceğini ve dostları Maliki’nin tavsiyesinin o yönde olduğunu söyleyeceğini bildirdi. Ve mesajı aldılar ve referandumu erteliyorlar...”
Kürdistan Parlamentosu’nun kabul ettiği Kürdistan Anayasası, Kürdistan toprakları olarak 1918’de
İngiltere işgali altına girene dek
Osmanlı Musul Vilayeti olarak bilinen coğrafyayı tanımlıyor. Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin önüne dikilen ve Lausanne’da karara bağlanamayan tek sorun olarak bilinen Musul sorununun içerdiği alan, Irak Kürtlerinin kabul ettiği anayasada ‘Irak Kürdistanı’ olarak ifade edilen alan.
Türkiye, 1926’da Irak ve İngiltere ile
Ankara Anlaşması’nı imzalayarak ‘Musul sorunu dosyası’nı kapatmıştı.
Kürdistan Anayasası, ‘Irak Kürdistanı’ tanımını bugünkü fiili sınırların çok ötesine taşırarak, söz konusu toprakların altındaki petrol ve gaz üzerinde iddia sahibi olarak ‘Musul Vilayeti’ dosyasını yeniden açıyor görüntüsünde.
Bunun şu sırada hiç kimse tarafından kabul görmeyeceği bilindiği halde bunu niçin yapıyorlar?
Bu sorunun cevabını, ABD’nin Irak’taki askeri varlığını bir takvim içerisinde sona erdireceğini açıklamasından ve bu takvimin işlemeye başlamasından sonra, Kürtlerin ‘Irak’ın devamına inanmamaları’rında bulabiliriz.
***
New York Times dünkü sayısında geniş bir yazıyı bu konuya ayırmıştı ve Kürdistan Parlamentosu’nun bir yeni anayasa kabul etmiş olmasını ve bu yıl içinde bunu referanduma sunma kararını almasını, ‘Kürdistan Bölgesi’ ile Bağdat’taki merkezi hükümet arasındaki ‘güvensizlik’ ve ‘inançsızlık’ın yansıması olduğunun altını çiziyor.
Irak Kürt liderlerinin, bu yılın başında yapılan yerel
seçimlerde Başbakan Maliki’nin gücünü arttırmasından son derece rahatsızlık duyduklarını ve Maliki’nin giderek bir ‘Arap milliyetçisi’ konumuna geldiğini, dahası bir ‘yeni
Saddam’ heveslisiyle karşı karşıya olduklarını yüksek sesle dile getirdiklerini biliyoruz. Bunu kulaklarımızla defalarca işittiğimiz gibi, Maliki ile Mesut Barzani’nin birbirleriyle ‘konuşmadıkları’ da biliniyor ve Arap-Kürt ilişkilerinin ve dolayısıyla Irak’ın geleceğine ilişkin ‘potansiyel tehlike’nin boyutları konusunda bu Maliki-Barzani kopukluğu yeterince ipucu veriyor.
Amerikalıların çekilmesiyle oluşacak ‘vakum’da Kürtlerin çıtayı yükseltmek istedikleri ve ‘eğer Irak’ın bir gün dağılması kaçınılmaz olur’ ise, kendi egemenlik alanlarını şimdiden belirlemek amacı güttükleri anlaşılabiliyor.
Türkiye’nin
PKK nedeniyle kendileriyle ‘
işbirliği’ içinde olma ihtiyacına, yeraltı zenginlikleri ve jeopolitik nedeniyle ‘öncelikli’ görebileceği ‘Musul Vilayeti’ armağanıyla karşılık vermeyi ‘stratejik bir
hesap’ olarak değerlendirebilirler.
Erbil-Bağdat ihtilafında ‘nötralize edilmiş’ bir Türkiye, Mesut Barzani’nin bugünkü konjonktürde güttüğü hesaplarda kabule şayan olacaktır.
Aynı ‘kartlar’ pekala Amerika’ya karşı da oynanabilir.
Öyle de yapıyorlar.
ABD’nin ve Türkiye’nin perde arkasından telkinleri, Kürtler nezdinde şu an için sonuç verir ve veriyor; ama nereye kadar?
Kürtler, Amerika’nın boşaltacağı Irak’ın bütünlüğü konusunda ikna olmazlarsa, Arap-Kürt çatışması geniş çapta söz konusu olursa yani Irak’ın geleceği kurtarılamazsa...
Bu ihtimaller, illa olacak denemezse de, mevcut.
Yani?
Yani, Irak’ın kaderi netleşmediği sürece, ne Washington’un ne de Ankara’nın Irak Kürtlerine yüz çevirmesinin kendi çıkarları açısından pek gereği yok.
Bunu biliyorlar.
Konu Irak olunca ‘ince ip üzerinde diplomasi’ye devam...