Abdullah Gül’ün bugün başlayacak
İran ziyareti daha isabetli bir tarihe denk düşemezdi. Gerçi, ziyaret
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın zirvesi nedeniyle ama bu ziyareti uluslararası
politika bakımından önemli kılan Cumhurbaşkanı Gül’ün Zirve vesilesiyle
Tahran’da İranlı liderlerle yapacağı ikili görüşmeler.
Herhangi bir zaman aralığında yapılacak görüşmeler cinsinden değil bunlar.
Hillary Clinton’ın
Türkiye’ye yaptığı ziyaretin ve ‘Başkan Obama’nın bir ay içinde Türkiye’ye geleceğini’ ilân etmesinin neredeyse 48 saat sonrasına denk düşüyor.
Hillary Clinton,
Ankara’ya uçmadan önce, ay sonunda
Afganistan ile ilgili bir ‘uluslararası konferans’tan söz etmiş ve oraya ‘İran’ın katılmasının beklendiğine’ ilişkin üstü kapalı bir ‘davet’ iletmişti.
Amerika-İran arasında doğrudan görüşmelere geçilmesinin kapısının aralanacağına ilişkin böyle bir sinyalin hemen arkasından, Amerika’nın güçlü bir
profil çizeceği belli
Dışişleri Bakanı, Ankara’ya geldi, Tahran’a gitmek için bavullarını hazırlamakta olan Türk Cumhurbaşkanı ile de görüştü.
Tam 30 yıldır ilişkileri kopuk ve İran nükleer programı nedeniyle bir ‘potansiyel savaş’ın eşiğinde dolaşan, zaten son 5-6 yıldır ‘medeniyetler çatışması’nın iki kutbu görüntüsüyle uluslararası boyutlar taşıyan ‘
Ortadoğu Soğuk
Savaşı’nın başlıca tarafları olan Amerika ile İran arasında bir ‘temas arayışı’, dünya
dış politika gündeminin başında. Örneğin, dünkü
Washington Post gazetesinin neredeyse tüm köşe yazıları bu konuya ayrılmıştı.
Türkiye’nin içinde bulunduğumuz tarih döneminde, çok özel ‘jeostratejik konumu’, Amerika ile İran arasında ‘
köprü’ rolü oynama yeteneğine sahip olmasından kaynaklanıyor. Sadece, coğrafyadaki yeri nedeniyle değil; asıl olarak dış politika duruşu nedeniyle.
Barack Hussein Obama’nın bir ay içinde Türkiye’yi ziyaret edeceğinin açıklanması, yeni
Amerikan yönetimin çarpıcı bir ‘algılaması’nı ve Türkiye’yi dünyanın ‘pivot
ülkeleri’ arasında gördüğünü ifade ediyor.
***
Amerika’nın Türkiye’ye yönelik ‘özel yaklaşımı’nın ‘öncü kuvveti’ olarak Ankara’ya gelen Hillary Clinton’un ziyaretine ilişkin Türkiye’de yapılan bazı değerlendirmeler, Amerika’nın yeni politikası ve Türkiye’nin bu politikadaki ‘imtiyazlı konumu’nu anlamaktan ziyade, Türkiye’nin iç politikasındaki duruşlardan kaynaklandığı belli olan çarpıtmaları yansıttı.
Obama yönetiminin ‘laikliğe vurgu’ yaptığı ve Türkiye’yi artık ‘ılımlı İslâm ülkesi’ gibi gördüğünün tarihe karıştığını ileri sürmeye kadar varan değerlendirmeler
izledik. Clinton’un
Anıtkabir’i ziyareti bile abartılarak önemsendi. Sanki, Ankara’ya gelip de Anıtkabir’e ayak basmayan bir Amerikan yetkilisi varmış gibi.
‘Ilımlı İslâm’ sözcüğünü
Dışişleri Bakanı olduğu sırada General
Colin Powell ile şu anda da Amerikan dış politikasının en önemli şahsiyetlerinden biri olan Richard Holbrooke, Türkiye’ye dönük övgü niyetiyle kullanmışlardı. ‘İslâm köktendinciliği’ne karşı ‘Türkiye örneği’ni Amerikan kamuoyu ve uluslararası kamuoyuna olumlu biçimde yansıtma niyeti taşıyan bu açıklamalar, ‘ABD, Türkiye’yi ılımlı da olsa bir İslâm ülkesine dönüştürmek istiyor’ diye belirgin bir ‘anti-Amerikan vurgu’yla sunuldu.
Amerika, her
vakit Türkiye’yi öncelikli olarak bir ‘NATO müttefiki’ olarak ‘Batı sistemi’ içinde görmüş ve öyle görmeye devam etmek istediği içindir ki, Türkiye’yi Batı’ya sağlam bir çıpa ile bağlayacağı düşüncesi ile ‘AB tam üyeliği’ni sürekli olarak
desteklemiştir.
Obama ile geldiğimiz noktada ve Obama’nın Türkiye’ye gelecek olmasıyla, bu ‘temel Amerikan yaklaşımı’nda bir değişiklik söz konusu değil. Üstelik, ‘Laiklik vurgusu’ ve ‘ılımlı İslâm’a son’ diyenlerin tam tersine, yeni yönetim ‘Batı’daki Türkiye’nin
Müslüman karakteri’ne yeni Amerikan dış politikasında yapıcı ve özel bir önem atfediyor.
Obama’nın Türkiye’ye geleceğine ilişkin
Washington Post haber-yorumunda “Başkan Obama önümüzdeki ayki
Avrupa gezisinin sonunda Türkiye’yi ziyaret edecektir. Bu karar, (Başkan’ın) İslâm dünyasına yönelik olarak ortaya çıkan diplomatik yaklaşımında, ılımlı Müslüman ulusun (yani Türkiye’nin) merkezi konumunu yansıtıyor” deniyor.
‘
Irak, Afganistan ve
Filistin topraklarında ABD politikalarından hayal kırıklığı duyulduğunu hatırlatan haber-yorum yazısı şu dikkat
çekici cümleyle devam ediyor: “Arap-olmayan bir Müslüman ulus olarak Türkiye, yönetimin
kilit bir müttefiki olarak işlev görmek bakımından iyi bir konumdadır.”
Bunun ardından gelen şu cümle ise, Türkiye’deki bazılarını rahatsız edebilir: “Ilımlı İslâmcı bir partinin yönetimindeki Türkiye, Arap Ortadoğu’sundaki diğer hükümetlerin benzer bir başarıyı gösteremediği ölçüde dinî ve laik değerleri demokratik sisteminde bir arada tutabilmeyi becerdi.”
Amerikan yönetim yetkilileri ise Obama’nın Türkiye ziyaretinin anlamını şöyle anlatıyorlar: “Bir Avrupa gezisini, son
durak olarak Türkiye ile tamamlayarak, Obama Türkiye’nin gelişen bir
pazar, askeri müttefik ve
Hazar havzasından gelecekte akacak petrol ve
doğal gazın güvenliğini sağlayacak bir baş
oyuncu olarak önemini vurgulamak istiyor.”
Obama, önce G-20 Zirvesi için
Londra’da, ardından NATO Zirvesi için
Strasbourg’da, sonra AB Dönem Başkanlığı nedeniyle Prag’da ve en sonunda Türkiye’de olacak. Marc Grossman, “Türkiye ziyareti gezisinin önceki üç durağını birbirine
bağlama etkisi taşıyacaktır.
Bu, bizim Türkiye ile derin ittifakımızın altını çizmektir, yani Türkiye’yi Avrupa’nın önemli bir parçası ve Müslüman dünyanın önemli bir sesi olarak görmekteyiz” diyor.
***
Obama’nın gezi gündeminde bulunmamakla birlikte, G-20-NATO-AB halkalarına Türkiye’yi eklemek, önümüzdeki dönemde ABD’nin Türkiye’nin AB hedefine çok güçlü bir destek vereceğine ilişkin bir ‘sembolizm’i hiç kuşkusuz taşıyor.
Obama’nın ilk denizaşırı gezisinde G-20-NATO-AB halkalarına Türkiye’ye eklemesi, şayet aksine düşünenler ya da niyetlenenler şayet varsa, Amerika’nın Türkiye’yi ‘Batı’da tutacağı’ ve ‘Avrupa’da gördüğü’ne
delil teşkil ediyor. Tabii, bu Türkiye’nin ‘demokratik’ bir ülke olmasına hem ‘güvence’ oluşturuyor ve hem de Türkiye’nin ‘demokratik’ bir ülke olmasını ‘zorunlu’ kılıyor.
Ama Türkiye’nin bir de ‘Müslüman kimliği’ var. Türkiye’deki bazıları bunu ya görmüyor veya rahatsızlık duyuyor ama tam da bu özelliği, Türkiye’yi Amerika’nın ve Obama’nın gözünde bu, Türkiye’yi ‘eşsiz’ ölçüde ‘değerli’ kılıyor ve Türkiye’nin sadece Ortadoğu’nun değil dünyanın ‘pivot ülkeleri’ arasına yerleştirilmesini sağlıyor.
Başa dönelim:
İşte bütün bu nedenlerden ötürü Hillary sonrası-Obama öncesi Abdullah Gül’ün Tahran ziyaretinin özel bir anlamı ve önemi var...