Samanyolu Televizyonun’da yıllar önce yayına giren “
Şubat Soğuğu” ardından “Mavi Rüya” şimdi ise “Tek
Türkiye” dizileri kamuoyunu
Ergenekon benzeri yapılanmalara hazırlamıştı. Daha doğrusu uyarmıştı. Faili meçhullerin arkasında kimler var? , Türkiye’nin otonom yapısını kimler değiştirmek istiyor ?, Bölücü kim ve nerede karar alıyorlar ? Gibi birçok soruya, bu dizilerde
cevap verildi, verilmeye devam ediyor. Bu kötü ve şer şebekelerinin karşısında onlarla mücadele eden devlet kurumları ve
sivil toplum örgütleri yine bu diziler sayesinden milletin bilgisine sunuldu.Bütün bunlar yapılırken temel hak ve özgürlüklere, milli birlik ve beraberliğe özen gösterildi.Yayın grubundaki televizyonlar –STV, Samanyoluhaber ve Mehtap- insanlara farklı düşünmeyi öğreten açık oturumlar ve programlar sundular.Böylece millet “olanın” dışında başka şeylerin de olabileceğini öğrendi.
Silivri’ye gittiğimde Aziz Tarman’ın (Şubat Soğuğu), Avukat Vendur’un, Muhtar,
Şivan ve Sabo Ağa’nın benzerlerini gördüm. Bana
yabancı tipler değildi. Ama onlar için ben yabancıydım. Bazı bakışlardan rahatsız oldum. Birkaçıyla nezaketle selamlaştım ve konuştum. Hepsi kader birliği emişti, şimdi de
kanun önünde bu beraberliklerinin encamıyla yüzleşiyorlardı.
Mahkeme-i Kübra’ya kalan kısımları hariç savcılar Adalet sisteminin kendilerine verdiği vazifeyi yerine getiriyordu. Her sayfa ayrı bir iddia her iddia ayrı bir suç teşkil ediyor. Sanıkların aralarında geçen
telefon konuşmaları, msn kayıtları özel görüşme tutanakları dikkate alındığında savcı
Zekeriya Öz’ün iyi çalıştığı anlaşılıyor. Bazen olayların esasını ilgilendirmeyen anekdotların da okunması dinleyiciler tarafından homurtuyla karşılanıyor,
sanık avukatlarının tekrarların geçilmesi için yaptıkları itirazlar
mahkeme başkanı tarafından değerlendirilip karar bağlanıyor.
Onlarca insan sırtları bize dönük, yüzleri mahkeme heyetine bakarak haklarında hazırlanmış
iddianameyi sessizce dinliyor. Sanıkların iki yanında sıralanmış avukatlar önlerindeki bilgisayardan savcının okuduğu yerleri takip ediyorlar. Canı sıkılan bir avukatın veya sanık yakının başka işlerle uğraşmaya başladığını görmek mümkün(soliter veya sudoko oynamak gibi) .İlerleyen saatlerde yorgunluk hepimizin üzerine çöküyor. Aynı olay hakkında alınan bütün sanık ifadelerini dinlemek bazen sıkıcı oluyor ve başlar düşüyor. İhtiyar sanıklar ahşap korkuluklara yaslanıp gözlerini dinlendirmek istiyor, bazısı önündeki arkadaşının omzuna anlını dayayarak yorgunluk atmaya çalışıyor. Sanıkların bazılarının ihtiyarladıkları, avurtlarının çöktüğü, saçlarının iyice beyazladığı bıkkınlık içinde olduğu gözlerden kaçmıyor.
Hırçın bakışlarıyla veya neşesiyle yakınlarıyla temas kuranlar da yok değil.
Aslında iddialar herkesi zıplatacak cinsten. Uyumaya ve gevşemeye fırsat vermeyecek kadar vahim.
Cumhuriyet Gazetesine atılan el bombalarının sanıkları
Veli Küçük,
Muzaffer Tekini gösteriyor, bir başka iddia Fikri
Karadağ’ı ve başında bulunduğu derneği işaret ediyor. Ergenekon yapılanmasının mantığının anlatıldığı bölüm üniversitelerde
ders olarak okutulacak cinsten. Milli mücadele döneminde yabancılara karşı verilecek mücadelenin ayrıntılarını dinliyor gibiyim. Ama bu kitabı hazırlayanlar kendi milletine karşı kendi değerlerine karşı ilkeler benimsemiş ve hayatın kılcallarına kadar girmeyi başarmış. Niyetlerindeki
arıza bütün fillerini hak katında da hukuk katın da haksız yapmaya yetiyor.
İddiaların ne denli vahim olduklarını Samanyoluhaber’de günlerce işlediğimizden ve iddianameyi okuduğumdan, savcının okuduğu yerler bana tanıdık geliyor.Bir iddianın azmettiricisi olarak veya faili olarak okunduğunda, sanıklar nasıl tepki verecekler diye dikkat kesilmişim, ancak kimseden bir tepki gelmiyor.Şaşırıyorum.Sebebini merak ediyorum. Tecrübeli arkadaşlar diyor ki “ burada tepkiler yükselince, hemen gazetecilerin dikkatini çekiyor.O zaman iddianame bir kez daha basına yansıyor.Sessiz kalmak, yeniden basına malzeme olmaya mani olduğundan sadece dinliyorlar”. Bu da bir iddia ama bana mantıklı geliyor.Koca bir günün ardından ertesi günü gazetelerde, Ergenekon davasıyla ilgili en önemli gelişmeler arasında, bir sanığın kimlik tespiti sırasında mahkeme başkanıyla
ağız dalaşana girmesini görünce, tecrübeyi ayakta alkışlıyorum.Demek sanıklar dinlerken de konuşurken de bir strateji güdüyor.
Son olarak, ülkemin milyonlarca lira harcayarak yetiştirdiği bu insanların suç işlemiş olmalarına üzülüyorum. İnsanların bilerek, isteyerek suç işlemelerine üzülüyorum. Yoksa herkesin kabahati ve kusuru olabilir. Ama suç işlemek kasdıyla örgüt kurmak ve bu uğurda insan öldürmek, suça azmettirmek, ne medeni ne bedevi kanunların ne de maşeri vicdanın kabul edebileceği şey değildir. Cumhuriyetin getirdiği nizam ve kanunlar ile yargılanıyorlar ve mahkûm olmasalar bile mahkeme hiçbirinin
tahliye talebini kabul etmiyor. Hukuktan anlayanlar bunun ne demek olduğunu bilir.
Elhasıl ;bir suç makinesine dönüşmeden bir çetenin kullanıp atacağı manivela olmadan gençlere sahip çıkmak en kıymetli iştir vesselam.