Silivri'deki
mahkeme salonunun yetersizliği üzerinde kıyametler kopartıldı.
Hrant Dink cinayeti
duruşmalarını
İstanbul-Beşiktaş'taki mahkeme salonunda izlediğimde, "Bu salondan
adalet çıkmaz" hükmüne varmıştım. Sanıklar,
sanık avukatları, müdahil avukatlar, tanıklar, duruşmayı izleyenler, bu arada alçakça bir cinayete
kurban gitmiş olan Hrant'ın ailesi ile mahkeme heyeti, neredeyse kucak kucağı bir
küçük salona tıkılmış gibiydiler.
Duruşma salonundaki düzenin mecbur kıldığı bu aşırı ve gereksiz samimiyet, laubaliliğe de yol açıyordu. Mahkeme heyetinin, sanıklar ve aralarında
Ergenekon sanıklarının da bulunduğu sanık avukatlarıyla mesafesiz, şakacı, yani ciddiyetten uzak davranışları pek göze batıyordu.
Adalet üretimi ile mahkeme salonu arasındaki doğrudan ilintinin canlı bir göstergesiydi Hrant
Dink cinayeti davasının görüldüğü mahkeme binası. Bu nedenle, Hrant Dink davası deneyi ile mahkeme salonunun yetersizliği konusunda duyarlı olabilecek birisiyim.
Gelgelelim Silivri'deki mahkeme salonu, oturma düzeni, sağlanan kolaylıklar vs açısından Hrant Dink davası ile karşılaştırılamayacak ölçüde pekâlâ "lüks" kategorisine girer. Ona rağmen, protestolar, tartışmalar arasında o "lüks" kategorisine de rötuş yapıldı. Ne var ki, bu "düzeltme", duruşmanın ilk günü sergilenen tepkilerin benzerlerinin ilerde sergilenmeyeceğinin garantisi değil.
Değil, çünkü, hafta başında koparılan kıyametin mahkeme salonu düzeninin yetersizliğiyle pek bir ilişkisi yok. Asıl neden,
Ergenekon davasının ardında yatan "ideolojik" neden. Bir başka ve esaslı neden ise bu davanın Türkiye'deki amansız "
iktidar mücadelesi"nin bir izdüşümü olması.
***
Ergenekon davası sanıkları eski TSK mensuplarından tanınmış ve bir tür "Kutsal İnek" dokunulmazlığındaki medya şahsiyetlerine, oradan sözde (her girdiği seçimde binde yarım oranında oy almasına rağmen kendisini bu kadar fazla konuşturduğu ve asıl işlevi siyasi olmadığı için sözde) siyasi parti liderlerine ulaşan bir yelpazeye yerleşiyorlar.
Böyle bir geniş yelpaze, sanıkların kurumsal ilişkileri, Ergenekoncular lehine hatırı sayılır bir "kamuoyu seferberliği" sağlıyor. Bu seferberlikte ön planda etkili medya kuruluşları rol alıyor.
Etkili medya kuruluşları ve kalemler, uzun süre Ergenekon soruşturmasına adeta bir "haber ve yazı ambargosu" koymuşlardı. Bu devam edemez hale gelince, dava iddianamesinde belki de gerçekten gereksiz ayrıntılar ya da bazı yanlışlar veya gediklere odaklanarak, tüm olayı göz ardı etmeye, gözden düşürmeye çalıştılar. Bu durum devam ediyor. Davanın başlamasıyla birlikte, Ergenekoncular'ı "kollayan" medya seferberliği aşağı yukarı şu yöntemi izliyor:
1. Davayı ridiküle et.
2. Sanıkları "haksızlığa uğramış mazlumlar" ve "vatanseverler" olarak takdim et.
3. Böylece, bu davanın bir "fiyasko" ile sonuçlanması için kamuoyu oluştur.
Bu medya seferberliğine bir dönemlerin en saygın televizyon programı olan 32.Gün'ün ve kendisi de Ergenekoncular'ın "
hedef listesi"nde olduğu bilinen M.Ali Birand'ın bir düzeyde katkıda bulunduğunu görünce, "Ergenekonculuk" ile mücadelenin sanıldığı gibi bir adli konu ve süreçten ibaret olmadığını, sanılandan çok daha zor olduğunu bir kez daha gördüm.
Hrant Dink'in o berbat mahkeme salonunda her duruşmada bir kez daha aşağılanan ve tehdit edilen acılı ailesini bir kez bile konuk etmeyi, Hrant Dink cinayeti davası üzerinden Türkiye'deki kirli işleri konu etmeyi düşünmemiş olan 32.Gün, Ergenekon davasının başlıca sanıklarının eşlerini, babalarını, kardeşlerini bir araya getirerek hem Ergenekon olayının ridiküle edilmesine ve hem de Ergenekoncular'a "empati ve sempati" duyulmasına katkı sundu.
Hrant Dink'in
katil zanlısıyla
Türk bayrağı önünde fotoğraf çektiren polislerin
beraat ettiği, neredeyse
terfi ettirilecekleri bir ülkede yaşıyoruz. Belki, yukarıdaki gözlemimizde bu bakımdan bir gariplik yoktur.
Demokratik siyasi kültürün gerçekten kök saldığı bir ülkede, Ergenekon
tipi bir davanın görülmesi zor olmazdı. Örneğin İtalya'da Gladio soruşturmasının sanıkları, ülkenin "demokrat" bilinen insanlarının desteğini elde etmediler.
Ergenekon gibi yakın tarihimizin en önemli olayı olma potansiyeline sahip bir örgütlenme ve olayın Türkiye'de içine sokulduğu durum, tipik bir Üçüncü Dünya Ülkesi karakteristiği.
Böyle bir dava, iktidarda
AK Parti bulunduğu için, onun siyasal amaçlarıyla ilişkisi kurdurularak, günlük siyasi polemiklerin konusu olabiliyor. Baksanıza, Ergenekon davasının duruşma salonuna katılmayan bir numaralı avukatı ana muhalefet
CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal!
***
Hafta içinde
Rusya'nın Kommersant gazetesi, Ergenekon'un "Rus arka planı"nı, Ergenekon davasının en önemli sanıklarının "Rus ulusalcısı" Aleksandr Dugin ile yakın ilişkilerini fotoğraflı olarak ortaya serdi. Bizim medya, konuya yeni uyanmışa benziyor. Kommersant'ın haberini sayfalarına taşıdılar. Haber, kimi köşe yazılarına konu oldu.
Radikal'de de yazmaya başladıktan sonra, ilk iki hafta içinde 14
Eylül 2008 tarihli gazetede "
Avrasyacılık,
Ulusalcılık ve Ergenekon'a Dair" başlıklı bir yazımda, hatırlayacaksınız, Aleksandr Dugin'in fikirleri ile "bizdekiler"in ilişkisini anlatmıştım.
Köşenin üzerinde Kommersant yazmadığı için, "bizimkiler" ilgilenmemiş olabilir. Türkiye'dekilerin de konuya uyanmalarından, -bir buçuk aylık bir gecikme olsa da- şikâyetçi olacak halimiz yok.
"Aleksandr Dugin, Türkiye'deki Ergenekon davasının
tutuklu-tutuksuz bazı sanıklarının, Türkiye'deki bazı bilinen isimlerinin,
İlhan Selçuk'tan Attila İlhan'a, Doğu Perinçek'ten eski MGK Genel Sekreteri
emekli Orgeneral Tuncer Kılınç'a uzanan geniş yelpazenin, yani Avrasyacılık'tan anti-Amerikancılık ve anti-AB'ciliğe uzanan, ‘Amerika'ya karşı Rusya ve İran'la beraber olabiliriz' çizgisinin Rus versiyonu" diye yazmışız.
Aleksandr Dugin'den 37 yaş daha büyük olan İlhan Selçuk'un "
Kızıl Elma" makalesini 1992'de yazdığını, dolayısıyla Avrasya hareketini 2002'de kurmuş olan Aleksandr Dugin'e oranla benzeri fikirlerde 10 yıl ön almış olduğuna da değinmiştik.
Yazının sonunu da şöyle bağlamışız:
"Türkiye'nin stratejik çıkarlarının nerede, kimlerle nasıl birlikte olmakta, kimlere, nelere uzak durmakta yattığını sürekli düşünmeye zorlanacağız. AB'den uzaklaşmanın, solcu makyajlı ‘anti-Amerikanizm'in, ‘ulusalcılık'ın geniş bir dış çerçeve dışında ele alınamayacağını hep düşündüm. Ergenekonculuğun dış boyutunu gözden kaçırmamaya dikkat ettim. Ergenekoncular'ın ‘vatanseverliği' ve ‘ulusalcı' zihniyetin, Rus milliyetçiliği ve yayılmacılığı ile ilişkisini, dolayısıyla böylelerin pek de ‘vatansever' ve o kadar da ‘ulusal' olmadıklarını daha önceleri de çeşitli vesilelerle vurguladım. Türkiye'deki bazı akımlar, bazı örgütlenmeler ve bazı kişilerin, Rus devletince ‘kullanım süreleri'in henüz dolmadığının farkındayım."
Ergenekon davası, sanıklarına en beklenmedik adreslerden gelen desteğe rağmen, doğru-dürüst yürütülürse çok kişi çok şeyin, "
derin devlet"in öyle pek de derinlerde olmadığının farkına varacak.