" Bize '
Anadolu Kaplanı' diyorlar. Gerçekten de son 15 yılda büyük bir atılım içindeyiz. Ancak
İstanbul'da dönen para ile karşılaştırıldığında, hâlâ çok
küçük kalıyoruz. İstanbul'da mesela bir
liman ihalesinin bedeli, bizim kentin yıllık cirosu kadar. "
İstanbulluların zihni büyük rakamlara alışmış olabilir. Ancak Anadolu'dan b
akınca dudakları uçuklatan meblağlar söz konusu.
Bu mekanizmanın kurulmasında hiç kuşkusuz küreselleşme dediğimiz (siz isterseniz "dünya kapitalist sistemi" adını verin) sürecin öncelikli etkisi var.
Küreselleşme dünyadaki belli sayıda kenti devasa boyutlara getiren bir mekanizma. Bu mega kentler esas olarak
iletişim, koordinasyon,
hizmet bölgeleri oluyor. Yani
sermaye buralarda yönetiliyor.
İstanbul da bu mega kentlerden biri: İç ve dış sermaye İstanbul'a akıyor ve buradan tekrar dağılıyor. İş bulmak İstanbul'a akın ediyor.
Diğer dünya kentlerinde olduğu gibi İstanbul'da da büyük bir
arsa talebi var: Üzerine
alışveriş merkezi, konut,
otopark, iş merkezi dikecek arsalar.
Mesela Aydın Doğan'ın Hilton'u niye satın aldığını artık apaçık biçimde biliyoruz. Burada lüks
apartman dairesi yapacakmış.
Ancak bu haliyle, yani bu imar ölçütleriyle yaparsa, diyelim 10 lira kazanacak. Halbuki imar kriterleri değişirse, 50 lira kazanacak. (50 lirayı elbette iki, üç milyar dolar diye okuyacaksınız.)
Boğaz'a nazır 50 daire ile 200 dairenin getirisi hiç aynı olur mu?
Aslında Türkiye'nin hemen her yerinde bu
rant kavgası yapılıyor. 10 katlı apartmanın 15'e kata çıkması, durup dururken ekstra para kazanma anlamına geliyor.
Aydın Doğan'ın girişiminin, imarla ilgili diğer taleplerden farkı yok aslında. Ötekiler rüşvet vererek, belediye başkanlarına kadın bularak, ufaktan
şantaj yaparak, tanıdıkları araya sokarak, içeriden bilgi sızdırarak kayıklarını yürütmeye çalışıyor.
Doğan'ın farkı ise gemisini yürüten medya pervanesi: Yukarıda anlattığım numaraları yapmasına gerek kalmıyor.
Mesela CHP'nin başına geçmek isteyen bir belediye başkanı, Aydın Doğan'ın talebine kolay kolay hayır diyebilir mi?
Yine Anadolu'dan bir örnek vereyim. Belki duymuşsunuzdur, bir
tren zımbırtısı
icat ettiler. "Şöyle karşılandık, böyle karşılandık" diye yazıyorlar. İstanbul'dan yazıcıları uçağa koyup 'ce' dedirtiyorlar.
Bir işadamları
örgütünün başı ile konuşuyorduk. Treni karşılamaya gitti diye, örgüt üyeleri başkanı yerden yere vurmuş. (Doğan medyası, AKP'nin kapatılması için uğraşıyordu ya, işadamları da tedirgin, "ekmeğimizle oynuyorlar" diye burunlarından soluyorlar. Başkanın oportünizmine o yüzden kızmışlar.)
Bizimki ise tam bir Anadolu kurnazı: " Niye gitmeyecekmişim " dedi eleştirenleri küçümseyerek, " Yarın öbür gün bir haberin çıkması gerekir, yüzümüz olsun. "
Sonra bir an durdu, " Ya daaa " dedi a'yı çiklet gibi uzatarak, " haberin çıkmaması gerekir. Değil mi efendim! "
İşte olay bu: Bir yanda medyaya ihtiyaç duyan yerel ya da ulusal düzeyde siyasetçiler, diğer yanda küreselleşmeyle gelen rant pınarı olduğu sürece bu tezgâhlar son bulmaz.