Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan Avrupa Birliği yolunda birkaç koldan mücadele etmeye çalışıyor. Bunun için kah Başbakan şapkasıyla, kah parti lideri kimliğiyle sahneye çıkıyor.
Bu yolda kişisel dostlukların öneminin farkında, etrafındaki sempati halkasını genişletmeye çabalıyor. İtalyan lider
Berlusconi ve
Yunan meslektaşı Karamanlis’le olan diyaloğu biliniyor. Yunanistan’la ilişkileri anlatırken “Kostas ay sonunda geliyor.” cümleleriyle şahsi samimiyete vurgu yapıyor. Mesajı alan gazeteciler de ‘kirve’ nidaları arasında gülüşüyor.
Henüz aynı seviyede olmasa bile Schröder’le de benzer bir yakınlık oluşuyor. Bir ay içinde karşılıklı özel ziyaretler, konuşmalardaki iltifatlar, Erdoğan’ın halkasına bir liderin daha katılmakta olduğunun işaretleri.
Açılışına gittiği Avrupa Türk Demokratlar Birliği de Erdoğan’ın diğer şapkasının yansıması. Geçmişten getirdiği teşkilatçılık özelliğini
sivil organizasyonları hareketlendirmek için kullanıyor. Kısa sürede örgütlenmesi, açılış yemeğine iki başbakanın katılması Avrupa’daki başka kuruluşları kıskandırsa da Demokratlar Birliği iyi işler yapacağa benziyor.
Erdoğan’ın önceki hayatında içinde bulunduğu siyasi hareketin taşıyıcı kolonlarından biri Avrupa’ydı. Avrupa Milli Görüş Teşkilatı’yla Demokrat Türkler Birliği arasındaki fark Erdoğan’daki siyasi dönüşümün özeti gibi.
Milli Görüş, birinci kuşağı
hedef alıyordu, onların
Alman patronlarına duydukları öfkeden ve yaban ellerde refleks şeklinde ortaya çıkan muhafazakârlık duygularından güç alıyordu. Demokrat Türkler, eğitimli ve entegrasyon sorunu olmayan ikinci kuşağa odaklanıyor, onların
rekabet gücünden yararlanmak istiyor.
Milli Görüş bir iç
propaganda mekanizmasıydı, demokrat Türkler dışa dönük
lobi faaliyeti yapmayı planlıyor.
Dernek Başkanı, akıcı Almancasıyla açılış konuşmasını yaparken yanımdaki hacı amca “Burada
Türkçe konuşmak
yasak mı?” şeklinde hoşnutsuzluğunu dile getiriyordu. Türkiye’dekine benzer kuşak çatışmaları yaşansa bile Erdoğan’ın yeni
siyaset tarzına da AB hayallerine de uygun bir
tercih. Schröder de bizzat gelerek bu tercihe verdiği desteği fiilen gösterdi. Erdoğan’ın önderlik ettiği değişimin dışarıda daha iyi algılandığı söylenebilir.
Başbakan, uçaktaki sohbetimizde “Bizimle Avrupa arasında
köprü olabilirler. Bunu telkin ettik. Sivil
toplum kuruluşu kimliği ile Türklerin daha eğitimli ve siyaseten daha katılımcı hale gelmesine
hizmet etmeleri gerekiyor.” cümleleriyle beklentisini dile getirdi. Sokak
sokak örgütlenme yerine büyük merkezler ve Avrupa’nın tamamına yayılma arzusu da Milli Görüş’ün aksine içi değil dışı önceleyen yapıyı işaretliyor.
Erdoğan’ın kafasından hiç çıkarmadığı şapkası ise
İstanbul. Gazetecilerin hayretini celbedecek kadar ayrıntıya vâkıf, sohbet
doğal seyri içinde İstanbul’a kayıyor. Şehrin içine girmeden
transit geçişlerle yolların yükünü azaltan ve içerdeki trafiği de dikey çıkışlarla
tahliye eden kuzeyde üçüncü köprünün yapılacağını anlatırken önündeki kâğıda birkaç hamlede İstanbul haritası çiziveriyor. Yeni köprünün çarpık yapılaşmaya yol açacağı eleştirilerine cevabı ise “Yönetim planlı ve kararlı olursa hiçbir şey olmaz. Bunlar yoksa köprü olmasa da çarpıklık alıp başını gidiyor.” şeklinde.
Erdoğan, İstanbul’u kazanarak Türkiye’ye ulaştı, aksinin de mümkün ve geçerli olduğunun farkında gibi.