Kısaca ifade edersek: Parçayı bütüne
bağlama çabası...
İşte bir örnek:
Genelkurmay'ın internet sitesinde '
Sarıkamış Harekatı'yla ( 22
Aralık 1914-15 Ocak 1915 ) ilgili bilgiler yayınlandı: İsimler, sayılar, fotoğraflar, vs...
Konuya yer veren gazetelerden biri de
Vatan'dı. Dün 18'inci sayfada yer alan haberin başlığı şöyleydi: " Sarıkamış'ta şehit sayısı 90 değil 60 binmiş ".
Haberde geçen cümle ise öyle demiyordu: " Rusların zayiatının 30 bin, Türklerin zayiatının ise bilinenin aksine 90 bin değil 60 bin olduğu kaydedildi."
Haberdeki bilgi doğru, başlık ise yanlış ...
Çünkü... " Zayiat " kelimesinin karşılığı " şehit " değildir. "Zayiat" genel bir tabirdir: Şehitlerin, yaralıların, sakatların, kaçakların,
esirlerin, vb. tümünü kapsar.
Velhasıl Sarıkamış Faciası'ndaki "şehit" sayısı 60 bin de değildir. Peki kaçtır? Genelkurmay buna değinmemiş. Her halde bu yazıdan sonra onu da eklerler. (18 bin ile 40 bin arasında bir sayı olacak. Bakalım tifüs ve koleradan ölenleri hangi kategoriye koyacaklar?)
Yukarıdaki satırları niye yazdım? Elbette Vatan gazetesindeki editör arkadaşımızın hatasını ortaya dökmek için değil.
Aslında çok daha kapsamlı bir sorunla karşı karşıyayız: Önemsediğimiz, hakkında konuştuğumuz, hatta
kampanyalar düzenlediğimiz bir olayı dahi bilmiyoruz!
Doğrusunu öğrenmek yerine cehaletimizi birbirimizle paylaşmayı
tercih ediyoruz.
Mesela Prof. Bingür Sönmez ... Bu çok değerli hoca, " 90'ıncı yılda 90 bin şehit anılıyor " sloganıyla kampanyalar düzenledi. İnsanları alıp kendisinin de
doğum yeri olan Sarıkamış'a götürdü. İyi de yaptı!
Ancak
kalp ameliyatı yaparken gösterdiği titizliği, tarihe göstermedi. Bırakın "şehit" sayısını, "zayiatın" dahi 60 bin kadar olduğu bir harekatta 90 bin şehit verildiğini söyleyip durdu.
İnsan bari kampanya düzenlediği, hakkında "
dayanışma grubu " kurduğu bir olayı doğru dürüst bilir ve çevresine öyle anlatır değil mi?
Bir misal daha:
Emin Çölaşan, Hürriyet'te çalışırken, her 18
Mart günü, yani
Çanakkale Savaşı'nın ( 1915 ) yıldönümlerinde, " 250 bin şehit " diye yazardı.
Halbuki Genelkurmay'ın ve tarihçilerin verilerine göre Çanakkale'deki "şehit" sayımız 57 bin küsurdur. De ki 60 bindir. Ama o kadar!
250 bin ise "zayiat" sayısıdır: Yani şehit artı yaralı artı esir artı kaçak artı kayıp...
Bunları yazdık ama Çölaşan asla tınmadı. "250 bin şehit" demeye devam etti.
Bir olayın "değerlendirmesi" bakış açısına göre değişir elbette. Sayılar ise değişmez! (Yuvarlama yapana, 57'ye "60" diyene bir lafımız yok.)
Gördüğünüz gibi çok daha kapsamlı, çok daha geniş bir "zihniyet" sorunuyla karşı karşıyayız.
Gazetecisinden profesörüne, her kesimden insan, gerçeği öğrenmek yerine; bir hayale, bir fanteziye, hatta bir uydurmaya inanmayı tercih ediyor.
Gerçekle karşılaştıklarında ise önce direniyor, duymazdan geliyorlar... Israr üzerine de şöyle diyorlar:
"Canım, biraz abartılmış; ne zararı var? Hem sen niye bundan rahatsız oluyorsun ki?"
Cevabım: Peki benim gerçeği söylemem sizi niye kızdırıyor?