Ve “
Sınır ötesi herhangi bir
operasyon söz konusu değildir. Bu operasyonlar konusunda tavrımız her şeyden önce
silahların bırakılmasına yöneliktir” dedi ve bizim medya nedense
Başbakan’ın bu açıklamasını ya görmedi ya da gereği ölçüsünde görmedi.
Aynı gün,
Hava Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Aydoğan Babaoğlu, medya manşetlerini süsleyen ve televizyon ekranlarının en heyecan verici birinci haberi olarak sunulan bir gün önce sınır bölgesinde yapıldığı iddia edilen bombalamaya ilişkin olarak, hiçbir uçağın
Kuzey Irak topraklarında bir operasyona katılmadığını açıkladı. Bu açıklama da
bombardıman haberleri kadar yer bulmadı.
Tüm bunlar, Erdoğan-
Bush görüşmesinden sonra 17
Ekim tezkeresi sonrası ortaya yayılan ve yaydırılan havadan farklı bir “yaklaşım”ın göstergeleri. Hatırlarsak, iki temel talep dile getirilmişti:
1-
Kuzey Irak’taki
PKK varlığına son vermek
2- Kuzey Irak’taki PKK liderlerinin
Türkiye’ye teslim edilmesi.
Bu amaçları yerine getirmek gerekçesiyle veya başka bir “stratejik
hesap”la
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak topraklarına sokulmasını ve dünyayı Mesut
Barzani’nin başına yıkması, gerek bazı siyasiler, gerek bazı (
emekli) askerler ve basında önde gelen “kanaat önderleri” tarafından ateşli biçimde savunuluyordu.
“Siyasi irade ve karar”ın bir numaralı makamı Başbakan
Tayyip Erdoğan ise “Operasyonlar konusunda tavrımız her şeyden önce silahların bırakılmasına yöneliktir” diyor.
Bunun, yukarıda tekrar hatırlattığımız iki temel taleple aynı şey olmadığı açık.
İster istemez, Hasan
Cemal’in dünkü
Milliyet’teki yazısında değindiği “altı maddelik
senaryo”nun geçerli olabileceği akla geliyor:
1-
Amerika, önce uyguladığı baskıyla PKK’ya ciddi bir
ateşkes ilan ettirecek
2- Yine Amerika, PKK’yı Türkiye’den çekerek -daha çok
PJAK aracılığıyla-
İran’a yönlendirecek
3- PKK’nın önkoşulsuz ve ucu açık ateşkesiyle işlemeye başlayacak süreçte, hükümet tarafından
Güneydoğu için yeni paket açılması gündeme gelecek
4- Kuzey Irak’la en üst düzeyde
diyalog kapıları açılacak
5- PKK’yı dağdan indirmek için yasal düzenlemelere sıra gelebilecek
6- Ekonomik, toplumsal, siyasal ve askeri önlemlerin bir bütünlük içinde uygulanmasıyla birlikte PKK iyice tecrit edilecek ve silah bırakması için dört bir yandan sıkıştırılacak.
Kâğıt üzerinde “akla yakın” görünüyor ama bu “altı maddelik senaryo”nun “uygulanabilirliği”
şüpheli. PKK, kendi “
tasfiyesi”ni başlatacak “önkoşulsuz ve ucu açık ateşkes”e niçin razı olacak?
Bu sorunun cevabını bulmamız gerekiyor.
***
Son gelişmelerle beğensek de beğenmesek de istesek de istemesek de Türkiye’nin güneydoğusu ile Irak’ın kuzeyi, izlenecek politikalar, benimsenecek yaklaşım, hatta “stratejik vizyon” açısından birbiriyle irtibatlanmıştır. Aslında, hep öyleydi. Şimdi daha belirgin hale geldi.
Her biri kendi içinde binbir nüans taşısa da bu konuda “iki temel yaklaşım” söz konusu:
1- “
Kürt sorunu” adı verilen, esas olarak, bir “
terör sorunu”dur. Bunun adresi PKK’dır. Kuzey Irak, PKK’ya “
yataklık” yapılan bir alandır. Bu nedenle “bölücü PKK”ya karşı mücadele, onun “yatak” olarak kullandığı Kuzey Irak’taki “Kürt yönetimi”ne karşı mücadeleden ayrılamaz. Zaten, Kuzey Irak’taki “Kürt yönetimi”, bir “bağımsız
Kürdistan”ı
hedeflemekte, özünde “pan-Kürdist” eğilimlere sahip, dolayısıyla Türkiye’nin bölünmesi gayretlerini tetikleyen bir faaliyet içindedir. PKK’ya karşı mücadeleyi, Kuzey Irak’taki Barzani yönetimini hatta Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani’yi hedef alacak bir mücadeleden ayıramayız. Ayırmamalıyız.
2- “
Kürt sorunu”yla PKK, birbiriyle irtibatlı olsa da aynı şey değillerdir. Kuzey Irak’taki “Kürt yönetimi” ile PKK da aralarındaki bütün ilişkiye rağmen aynı şey olarak görülemezler, görülmemelidirler. Türkiye’nin “teröre karşı” mücadelesi; PKK’nın zayıflatılması, tecrit edilmesi, silahsızlandırılması ve giderek tasfiye edilmesi mücadelesidir. Bu, çok yönlü bir mücadeledir. Bu çok yönlü mücadelede, Kuzey Irak’taki “Kürt yönetimi” meşru görülmeli, onunla diyalog kanalları açılmalı ve hatta yakın işbirliğine gidilmelidir.
Türkiye’de PKK ile aynı kaynaktan beslenen ve su içen DTP’den, Kuzey Irak’a yönelik ne yapılması ya da yapılmaması gerektiğine ilişkin tavırlar ve öneriler, bu “iki temel yaklaşım”ın çerçevesi içine giriyor ve öyle anlaşılması gerekiyor.
Bu konuda en fazla
mürekkep tüketenlerden ve dil dökenlerden biri olduğum bir sır değil. İkinci yaklaşımın savunucularındanım. Hatta, bu konuda, “en net” biçimde görüşlerimi -yeni de değil- değiştirmeden 16 yıldır savunuyorum. Şöyle:
“Türkiye, vatandaşlarının önemli bir bölümünün Kürt olduğunu kabul ediyorsa, Irak Kürtlerini, vatandaşlarının soydaşları olarak görmek durumundadır. Dolayısıyla Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ile ilişkileri,
Ankara’nın
KKTC ile ilişkileri gibi olmalıdır. Bir başka deyişle Irak Şiilerinin İran'la
Sünni Arapların Arap dünyasıyla ilişkileri nasılsa, Irak Kürtlerinin Türkiye ile ilişkileri de aynı şekilde olmalıdır. Bir tür 'symbiotik' ilişki.
Böyle ilişkilerin kurulabilmesi, 'stratejik getirisi'nin yanı sıra günün acil 'terörizmle mücadele' sorununda, PKK’nın tecridi ve tasfiyesinde, Türkiye’ye önemli imkânlar sağlayacaktır.”
***
Yayın hayatına dün başlayan
Taraf gazetesinde
Yasemin Çongar, “Türkiye’nin Kuzey Irak’taki PKK varlığı konusunu, Iraklı Kürtlerle de doğrudan ve her düzeyde konuşması gerekiyor. Bu hafta bu yönde bir adım atıldı” diye yazıyor.
İki İslami, bir sosyal demokrat ve ayrıca Barzani ve Talabani’nin partilerini temsilen 5 kişilik bir Irak Kürt partileri heyeti
İstanbul’a geldi. Başbakan Dış İlişkiler Başdanışmanı Ahmet Davudoğlu, Türkiye’nin Irak Özel Temsilcisi
Oğuz Çelikkol ve ardından
AK Parti’nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Egemen Bağış ile görüştüler.
Habere göre Irak Kürt partileri heyeti, “PKK bizim için de bela. Bizi muhatap alın, adam yerine
koyun, üst düzey diyalog başlatalım” demiş, “Diyalogdan önce
eylem” karşılığını almış. “Eylem” ise ifade edilen “somut bir beklenti” imiş: “Hiç olmazsa
Erbil’de,
Süleymaniye’de hastanede yatan PKK’lılardan birkaçını teslim edin. Üç beş teröristi yakalayıp PKK ile farkınızı ortaya koyun.”
Temenni edelim ki, bu haber doğru olmasın. Ankara, “hastanede yatan” bu, -tabii doğruysa- “birkaç PKK’lının kendisine teslim edilmesi” beklentisini öne sürecek ve bunun Türk kamuoyunda bir
propaganda manipülasyonuna imkân vermesi sayesinde Irak Kürtleri ile “diyalog” başlatmayı tasarlayacak kadar küçülecekse, bu kadar “stratejik vizyon yoksunu” ise bu “büyük sorun”un altından hiç kalkamaz. Daha da ayağına dolaştırır.
“Büyük sorun”ların altından, ezber bozarak, “büyük” düşünerek ve “büyük” davranıp, “büyük adımlar” atılarak kalkılabilir...