Hatta, “olabilecek en iyi sonuç” çıktı.
“Kötü” sonuç çıkması ihtimali var mıydı?
Evet, vardı. Şu iki sonuçtan biri çıkabilirdi ve her ikisi de “kötü” olurdu:
1-
Türkiye’nin
Washington’daki görüşmeden, ABD ile “ipleri kopartacak” cinsten bir duyguyla ayrılması ve Türkiye için “büyük tuzak” olacak
Kuzey Irak’a yönelik “büyük çaplı bir kara
operasyonu”na mecbur kalması;
2- Türkiye’nin ABD ile birlikte
PKK’ya karşı hiçbir şey yapamayacak olmasını yani “eylemsizliği” getirecek, yeni “oyalama vaatleri”yle görüşmeden çıkması.
Her ikisini ya da ikisinden birini ortaya çıkaracak bir sonuç yerine “en optimal” sonuçla bitti Erdoğan-
Bush görüşmesi.
Erdoğan-Bush görüşmesi günü Akşam gazetesinde yayımlanan söyleşimde, çeşitli vesilelerle bu köşede ve çeşitli televizyon ekranlarında dile getirdiğim “
senaryolar”dan söz etmiştim ve “üç senaryo”dan birincisi olarak şöyle demiştim:
“ABD, kısa süreli ve sınırlı bir alanı kapsayan bir operasyon için yeşil ışık yakabilir ve 'Bunun için
lojistik ve istihbarat desteği veririz' diyebilir ki, bu en iyi ihtimal.”
Olan da budur.
***
New York Times gazetesi dünkü sayısında görüşmenin ardından “
Beyaz Saray,
Amerikan yetkililerinin
Kuzey Irak’taki
Kürt (PKK) mevzilerine sınırlı darbeler diye tanımladığı operasyonun olabileceğine karşı çıkmadı” diye ilginç bir “bilgi” iletti.
Türkiye, tahripkâr sonuçları önümüzdeki yıllara yayılabilecek çok tehlikeli boyutlar içeren bir “
kriz”in kapısından döndü. Hatta, şunu -abartmalı gözükse bile- diyebiliriz ki, 1
Mart tezkeresinin Türk-Amerikan ilişkilerinde verdiği
hasar ve Türkiye’nin Kuzey Irak’a ilişkin “hareketsiz
seyirci” kalması durumu, tümüyle değilse bile, 5
Kasım Erdoğan-Bush görüşmesi sonucunda büyük ölçüde aşıldı.
ABD Başkanı’nın üzerine basa basa “PKK, ABD’nin düşmanıdır” diye ilan etmesi küçümsenecek bir gelişme değil. PKK, önceki günden itibaren bir “yeni sıfat” kazanmıştır: ABD’nin düşmanı.
PKK cinsinden bir silahlı grup için “ABD’nin düşmanı” sıfatının, “ölümcül” bir etki yaratması kaçınılmazdır.
Peki, bu “düşman”a karşı “elle tutulur” adımlardan söz edebilir miyiz; yoksa bu lafta kalmaya mahkûm öylesine söylenmiş bir söz olarak mı kalacak?
Bush’un sözlerine
kulak verelim:
“PKK’dan korunmak için birlikte nasıl çalışacağımız üzerine konuştuk. Daha iyi bir istihbarat paylaşımı üzerinde durduk. İnsanları öldürenlerin peşine düşmek için iyi istihbarata ihtiyacınız vardır. Ve askerlerimizin sürekli temasta bulunması gereği üzerinde durduk. Bu amaçla
Başbakan ve ben, üçlü bir
düzenleme kararı aldık, onun ordusunun iki numarası bizimki ile ve General
Petraeus’la temasta bulunacak.”
Bu düzenleme, 14 ay önce
emekli General Ralston’un Washington, emekli Or
general Edip Başer’in
Ankara tarafından atanarak,
Bağdat’taki Irak
Güvenlik Bakanı ile birlikte, hiç işlemeyen bir “eşgüdüm mekanizması” oluşturmasına benzemiyor. Bu “operasyonel” bir düzenleme. Görev başındaki
muvazzaf unsurların, Irak’ta yani sahadaki bir numaralı Amerikalı
komutan General
David Petraeus ile birlikte “operasyonel” bir çalışma birimi kurması anlamına geliyor.
Bush, ayrıca, “Başbakan’a Irak’ın Kürt bölümündekilerle çok dikkatli ve yakın biçimde, bu kişilerin (PKK) hareketine karşı koymak PKK liderliğinin yerini belirlemek ve faaliyetlerini durdurmak için birlikte çalıştığımız konusunda güvence verdim. Bu yöndeki
ilk adım askerlerin serbest bırakılmasıdır” dedi.
Yani, ABD, bugüne dek olmadığı biçimde “PKK ile mücadele”nin içine adımını atmıştır ve bu, bir bakıma, zamana yayılacak olsa bile “PKK’nın tasfiyesi süreci”nin başlangıcına işaret ediyor.
***
Bu noktada, Başbakan
Tayyip Erdoğan’a da “hakkını teslim etmek” gerekiyor. Tayyip Erdoğan, herhangi bir siyasi liderin altından kolay kalkamayacağı çetin ve karmaşık boyutlar taşıyan bir “kriz”i olumlu sonuca doğru yönlendirmek anlamında başarılı yönetmiş sayılmalıdır.
Nitekim,
İngiltere’nin en nüfuzlu, ciddi gazetesi
The Times, dün, bakın ne diyordu:
“Kamuoyu nezdinde, Başkan Bush ve Türk Başbakanı Recep Erdoğan arasındaki dünkü görüşmenin içerdiği tehlikelerden daha fazlası pek ender görülebilirdi: PKK gerillalarını zaptürapt altına almak için işlerliği olacak bir plan üzerinde anlaşamamak, ABD ile Türkiye arasındaki 56 yılık askeri ittifakı, Kuzey Irak’ın istikrarını ve Irak’ın kendisinin bütünlüğünü riske sokacaktı...
Başarı, Türklerin PKK cinayetlerine karşı tutuşan öfkesi sonucunda Türk birliklerinin Irak’ın kuzey sınırına yığıldığı ve çatışmanın kaçınılmaz gözüktüğü iki hafta öncesinde, birçoklarının umut edemeyeceği ölçüde, şimdi, mümkün gözüküyor. Başbakan Erdoğan’ın kendisi, direnci ve diplomasisi ile övgüyü hak ediyor.”
Bush, görüşme sonrasında, kameraların önünde Tayyip Erdoğan’a “Size gösterdiğiniz liderlikten ve ülkenizin ortaya koyduğu güçlü örnek olma halinden ötürü teşekkür ediyorum. Ve sizi ve partinizin oldukça çarpıcı (
seçim) zaferinizden ötürü
tebrik etme şansını kullanıyorum” diye hitap etti.
Geldiğimiz noktada, kimse “yanlış” yapmasın; Washington, daha doğrusu, bizzat Bush,
AK Parti sivil iktidarını “
tescil” etmiştir, böylece ve ayrıca “
olağanüstü hal” uygulamasına giden
Pakistan’daki
Pervez Müşerref rejimine
eleştiri getirerek, Müşerref’in üniformasını çıkarmasını isteyerek ve Türkiye’yi Pakistan’a örnek olarak göstererek, Türkiye’nin rejimi üzerine düşürülen “sivil-asker tartışması”na nokta koymuştur.
Türkiye, Washington’da sadece PKK’ya karşı ABD’yi “kazanmak”la kalmadı; Beyaz Saray görüşmesi, bir de Türkiye’nin “iç rejim” tartışmasında AK Parti’nin seçim zaferiyle oluşan iktidarını
tahkim etmiş oldu.
Türkiye, PKK’ya karşı içeride ve dışarıda daha rahat. Keza, Tayyip Erdoğan, PKK’ya ve diğerlerine karşı...