Obama’ya dair ipuçları; ‘
restorasyon’ ya da ‘transformasyon’...
Anahtar konumlara ilişkin tercihleri,
Demokrat Parti’nin sol kanadında ve ‘değişim’ dürtüsüyle kendisini destekleyen, bu nedenle yeni
yönetimde yepyeni isimler görmeyi arzulayan bazı destekçilerinde hayal kırıklığına yol açmaya başladı.
Obama’nın tercihlerine bakılarak, yönetim döneminin ‘Üçüncü
Clinton yönetimi’ olacağını ileri sürenler var. Bu, sadece
Dışişleri Bakanlığı koltuğuna
Hillary Clinton’un oturacak olmasından kaynaklanmıyor.
Beyaz Saray’daki iç kabinesinin başına Rahm Emanuel’i atamış olmasından
gayrı, belirleyici önemde kabul edilen
Ulusal Güvenlik Başdanışmanlığı için
emekli general James Jones’u getirmesi de bu konuda bir ölçü teşkil ediyor.
James Jones, 2003-2006 yılları arasında SACEUR yani
Avrupa’daki NATO Kuvvetleri Komutanı idi. Bu sıfatı nedeniyle, Türk Genelkurmayı ile de çok yakın ilişkide bulunmuş, bizim askerler tarafından yakından tanınan bir şahsiyet. Ayrıca, 2007 yılında
Amerikan Dışişleri’nin
Ortadoğu Güvenliği’ne ilişkin Özel Temsilcisi idi. Son konumu ise
Atlantik Konseyi Başkanlığı idi ki, yerini bir başka eski Ulusal Güvenlik Başdanışmanı ve
Türkiye ile özel ve yakın ilişkilere sahip Brent Scowcroft aldı.
Hillary Clinton’un
Dışişleri Bakanı olması halinde,
Clinton döneminin eski Ortadoğu ekibi, Dennis Ross ve Martin Indyk ve bu arada Türkiye’ye her zaman özel bir önem atfetmiş olan Richard Holbrooke’un Obama dönemi dış
politika kurmayları olarak öne çıkacağını varsayabiliriz.
Türkiye ve daha da çarpıcı biçimde Ortadoğu’nun Obama dönemi
dış politikası gündeminde ‘öncelikli’ bir yere sahip olacağı tahmin edilebilir. Nitekim, cuma günü
Washington Post’ta yayımladıkları ortak bir öneriler paketinde Cumhuriyetçi (George H. W.
Bush’un -
baba- Ulusal Güvenlik Başdanışmanı) Brent Scowcroft ile Demokrat (
Jimmy Carter’ın Ulusal Güvenlik Başdanışmanı) Zbigniew Brzezinski, yeni Başkan Obama’ya bir an önce ilan etmesini istedikleri bir Ortadoğu sorunu çözüm formülünü sundular.
* * *
Buna göre:
-
İsrail ile ‘bağımsız’
Filistin devletinin sınırları,
küçük, karşılıklı ve üzerinde anlaşılmış değişikliklerle 1967
sınırları olacak.
- ‘Geri dönüş hakkı’ yerine Filistinli mültecilere tazminat ödenecek.
-
Kudüs, ‘iki başkentin gerçek yuvası’ olacak.
- Bir askerden arındırılmış Filistin devleti kurulacak.
İsrail’in güvenlik kaygılarını gidermek ve Filistin güvenlik kuvvetlerini eğitmek amacıyla bölgeye tercihan NATO birliklerinden oluşacak bir uluslararası güç yerleştirecek.
Scowcroft ve Brzezinski, yeni Başkan’ın bu ‘ilkeler’i bir an önce ilan etmesini ve böylece
Hamas’ı ılımlı bir tutuma çekmeye ve sürece katılmaya
teşvik etmesini salık veriyorlar.
Bu önerilerin yanı sıra, Clinton döneminin ‘Ortadoğu ağır topları’nın şekillenmeye başlayan dış politika ekibinde öne çıkacak gibi gözükmeleri, Obama’nın Türkiye yaklaşımında Türkiye’nin Transatlantik bağlamında olduğu kadar,
Ortadoğu politikası çerçevesinde de özel bir konum kazanabileceğine işaret ediyor.
Ortadoğu’nun, Bill Clinton’un Başkanlık döneminde ve özellikle son aylarında ‘bir numaralı konu’ olduğu ve çözüme ramak kaldığını hatırlamak gerekiyor.
Şu ana dek elde edilen tüm ‘sinyaller’ Obama
başkanlık döneminin en azından ilk dört yılın-
Amerikan küresel politikası açısından bir ‘transformasyon başkanlığı’ olmaktan ziyade, bir ‘restorasyon başkanlığı’ olacağı anlaşılıyor.
‘Değişim’den daha öncelikli olacak olan ‘
enkaz kaldırmak’ olacağa benziyor.
* * *
Los Angeles Times gazetesinde yayımlanan bir yazı şöyle başlıyordu:
“
Barack Obama,
ocak ayında başkomutan olarak Oval
Office’e ayağını ilk kez attığında, pencerenin yanındaki küreye doğru ilerleyeceğini ve küreyi çevirirken, selefinden
miras aldığı küresel yükleri zihninden geçireceğini tahmin edebilmek zor değil. Görecekleri bugüne dek hiçbir Amerikan devlet adamının karşı karşıya kalmadığı cinsten. Aynı anda yürütülmekte olan iki kara savaşı; hızlı silahlanan bir
İran; Müşerref sonrası,
atom bombasına sahip bir
Pakistan; enerji gücüyle tekrar yükselen bir
Rusya, Amerikan dövizinin yüzde 10’unu elinde tutan bir Çin; 10 trilyon dolarlık bir kamu borcu;
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kötü resesyon ve zayıf dolar.”
Obama’nın böyle bir tablo karşısında, Harry Truman’dan bu yana en tehlikeli uluslararası gündemle yüz yüze kalan ve 1920-23 arasında görev yapmış olan ve en zayıf Amerikan başkanlarından biri sayılan Warren Harding’ten bu yana eli en zayıf Amerikan başkanı olacağına dikkat çekiliyor.
Bu tablonun, çok daha ileri bir tarihte gerçekleşeceği sanılan ‘çok kutuplu dünya’nın sanıldığından çok daha
erken gerçekleşmekte olduğu bir zaman dilimine oturduğunu da eklemek gerekiyor. Amerikan Ulusal
İstihbarat Konseyi’nin ‘
Küresel Trendler 2025’ raporu da bu olgunun altını çiziyor.
Böyle bir tarihi dönemde, Obama’nın asıl üzerinde odaklaşacağı, dünyanın en güçlü ülkesini toparlamak ve ‘uni-multipolar’ yani Çinlilerin tanımıyla ‘bir süper-birçok güç’ halinde kurulacak ‘yeni uluslararası
sistem’de ‘merkezi yeri’ne oturtmak olacak.
Bu yüzden, ‘restorasyon’, ‘transformasyon’a oranla
öncelik taşıyor.
Ama eğer başarırsa, bu ‘restorasyon’, bir bakıma yeni dünya şartlarında Amerika’nın ve onunla birlikte dünyanın ‘transformasyonu’nu ifade edecek...