Buna göre
emekli subay ve
generaller görev yaptıkları döneme ilişkin açıklamalarda bulunur ya da bununla ilgili yazı kaleme alırlarsa askeriyeye ait sosyal tesislere geçici veya sürekli olarak girmeleri yasaklanabilecek.
Başbakan Erdoğan bazı eski askerlerin kanal kanal dolaşıp açıklamalar yapmasından ve
yönetimi suçlamasından rahatsızdı. Bunu açık bir biçimde ifade etmişti.
Ancak şurası kesin ki bu durumdan tek rahatsız olan Başbakan değil. Hükümetin rahatsızlığı esas olarak " Hadi bir an evvel
Kuzey Irak'a
operasyon yapın " denilmesi.
Bence Hükümet'ten daha fazla
Genelkurmay bu işe bozuluyor. Çünkü o açıklamaların satır aralarına dikkat ettiğinizde, ciddi bir güvenlik zaafı olduğu ortaya çıkıyor.
Geçen gün burada
Taraf gazetesine konuşan emekli tümgeneral Osman Pamukoğlu'ndan söz etmiştim.
Siyasi fikirlerine kesinlikle katılmadığım, ancak askeri yaklaşımını makul bulduğum bu eski
komutan, "
karakol " kurarak
PKK ile mücadele edilemeyeceğini defalarca ifade etti.
Haklı! Çünkü Doğu ve Güney
doğu bölgelerindeki karakolların temel amacı
kaçakçılığı engellemektir. Bu karakolların birçoğu " konuşlanma " açısından 1920'li, 30'lu yıllardan kalmadır.
Niye? Çünkü
Osmanlı çöktükten sonra kurulan
Cumhuriyet sınırları belli bir ulus devlettir. Bölge halkının geçimini temin etmek amacıyla
İran-Irak-
Suriye ile
Türkiye arasında yaptığı " ticaret ", devlet açısından
kaçakçılıktı.
Ulaşım için
katır kullanan kaçakçılar, ister istemez iki dağın arasında kalan patika yollardan geçiyorlardı. Karakollar da bu patikaların üstünde kurulmuştu ki kaçakçılık engellensin.
İşte bu oluşum PKK'nın işine gelmişti. Patikaları bırakıp dağı kullandılar ve aşağıdaki karakolları kurşun yağmuruna tuttular.
Kara savaşında yüksek mevkileri almak daha avantajlıdır. " Üstten " ateş eden, " alttan " ateş edene galip gelir.
1980'li yıllar böyle geçtikten sonra, 1990'larda " kaçakçı savar " karakollar boşaltıldı.
Karakol askerinin yerini, mücadeleye helikopterlerle giden, hareketli özel timler aldı ve gayet başarılı oldu.
Biz bütün bu tip bilgileri, şimdi susturulmak istenen emekli komutanların ya da oralarda savaşmış erlerin anılarından öğrendik.
(Bir başka bilgi kaynağı da PKK'lıların internet sitelerinde yayınladığı anılardır. Bir baskına nasıl hazırlandıklarını, gidiş ve dönüşlerini " pervasızca " anlatıyorlar.)
Evet, subayından erine, orada savaşanlar konuşmasaydı " asimetrik savaşın " ya da " düşük yoğunlukta çatışmanın " kimi özelliklerini bilemezdik.
Tabii her şeyi bilmemiz mümkün değil. Ancak öğrendiklerimiz ortaya sorular atmamıza imkan sağlıyor.
Mesela karakol
tipi örgütlenme 1990'larda terk edildiğine göre, niye
Dağlıca saldırıya açık biçimde faaliyetteydi? Buna benzer daha nice soru ortaya atılabilir.
Kara Kuvvetleri Komutanı
Org. İlker Başbuğ,
sınır ötesi harekatla ilgili olarak " Karar vericileri rahat bırakın " dedi. Bence son derece haklı... Niye?
Çünkü harekat, " geleceğe " yöneliktir. Yarın da yapılabilir, aylar sonra da... Belki de hiç olmaz. Onun kararını siviliyle askeriyle yönetim verecektir. Sıkboğaz edilen bir yönetim yanlışlar yapabilir.
Bu noktada anlaşıyoruz.
Peki ya " geçmiş "?
Son derece acı olsa da, Dağlıca ya da
Gabar saldırısı gibi yaşanmış, olup bitmiş, geride kalmış bir olayı bilmek kamuoyunun hakkı değil mi?