Irak Süleymaniye’deki televizyon kanalları bana erişemeyince telefona not düşmüşler, ‘Sizi bu gece
Bağdat’ta canlı yayına alabilir miyiz?’
diye. Bağdat’ta değil
Beyrut’tayım. Madem ki, Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Bağdat’ta ‘aidiyeti cihetiyle’ benim de orada olmam gerektiğine hükmetmişler.
Haksız sayılmazlar. Eğer, Abdullah Gül, aylar önce söz konusu olduğu ve Bağdat ziyaretine çok yakın bir süreye dek tartışılan ‘Irak’ta beş şehir’i kapsayacak bir geziye gitseydi, Beyrut’ta değil ne yapıp edip Bağdat’ta olurdum. Irak’taki beş şehirden kasıt, Bağdat’ın yanı sıra Necef (Şiilere
jest ve Ayetullah Sistani ile görüşmeyi ifade edecekti),
Kerkük (sembolizmini
tartışmaya bile gerek yok), Musul (Irak’ın en büyük
Sünni şehri,
Türkiye’nin Bağdat dışındaki tek diplomatik temsilciliği orada) ve
Erbil (
Kürdistan Bölge Yönetimi’nin merkezi).
Aslına bakarsanız, Necef de, Kerkük de, Musul da, Erbil’e yapılacak ziyaretin ‘meşru paravanası’nı oluşturacaklardı. Gül, Erbil’e gitmiş olsaydı,bu, Türkiye’nin Irak politikasından ziyade ‘
Kürt politikası’nda yepyeni ve çok önemli bir sayfayı açacaktı.
Cumhurbaşkanı ve
Dışişleri (ya da devlet kurumları) buna hazır olmadığı için mi beş Irak şehri yerine Bağdat’a iki günlük bir ziyaret ile yetinildi.
Hayır. Abdullah Gül’ün de, Dışişleri’nin bu işleri
bakan yetkililerinin de beş şehirli ve
en önemlisi Erbil’li ziyareti istediğini biliyorum. İnce eleyen sık dokuyan devlet bürokrasisi beş şehri kapsayacak bir Irak gezisinde yeterli ölçüde güvenlik önlemi alınamayacağından çekindi. Çekince esas olarak Kerkük’e ilişkindi.
Geçen hafta Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani ile
İstanbul’da konuşurken, onun Kerkük ile ilişkin hiçbir güvenlik endişesi yoktu. “
Güvenlik endişesi sadece o da bir nebze, Musul için dile getirilebilir” dedi bana.
Sünni Irak
İslam Partisi mensubu olan ‘chef de cabinet’si el-Ani gülerek o noktada konuşmaya girdi, “Geçen yıl
Başbakan Tayyip Erdoğan Bağdat’a geldi, aynı gün
döndü. Şimdi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Bağdat’a geliyor ve iki gün kalacak. Aşama aşama gidiyor. Bir dahaki en üst düzeyli ziyaret Erbil’i de kapsayacak türden olabilir...”
Cumhurbaşkanı’nın Bağdat ile sınırlı Irak ziyaretinin Kürt konusuyla ilgisi olmayacağı düşünülmesin. Bağdat’ta muhtemelen Mesut
Barzani ile görüşecek. Türkiye’nin odağında yer aldığı gelişmeler
bölgede tüm istim devam edecek...
***
Ortadoğu’nun ‘geniş
radar ekranı’ Beyrut’tan hareket halindeki ‘yeni dinamikler’
gayet net görünüyor.
Bir
akşam yemeği sıradan bir olaydır. Cumartesi gecesi bizim gittiğimiz akşam yemeği de öyleydi ilk bakışta. 20-25 kişilik ‘çokuluslu’ tartışma grubumuz, aramızda eski
Almanya Cumhurbaşkanı Richard von Weizsacker, Beyrut’un merkezindeki Karam adlı lokantaya giderken, ‘bir Beyrutlu’ olarak ben, bir yandan da “İşte şu gördüğünüz bina
Parlamento, işte şurası meşhur L’Etoile kafesi. Refik
Hariri, Parlamento’dan çıktı, burada gazetecilerle
kahve içti ve beş dakika sonra bir kilometre ileride havaya uçtu. Yaşamla ilgili son bağlantısı buradaydı” siyasi-turistik açıklamalarda bulunuyor,
bir yandan da Karam adlı lokantanın
Lübnan’ın ünlü mezeleri ve
kebap mutfağı bakımından çok iyi olduğunu anlatıp, ‘degüstatif
propaganda’ yapıyordum.
Lokantanın üst katında kalabalık grubumuz için hazırlanan masalara dağıldık. Benim oturduğum masanın bir ucunda ABD’nin
Suriye uzmanlarının en önemlilerinden, belki de birincisi Flynt Leverett ile bir dönem
Ulusal Güvenlik Kurulu’nda
İran-
Afganistan dairesinin başında bulunmuş
Hillary Mann ve ben; diğer ucunda Başkan Obama’nın ‘Ortadoğu Ekibi’nden Büyükelçi Daniel Kurtzer ile İran yönetiminin danışmanlarından biri (ismi saklı). İki saat hararetli bir konuşmaya daldılar. ‘Diyalogu bozmamak’ amacıyla masanın öbür ucuyla ilgilenmedik.
Aslında hepimizin ortak konusu Obama’nın ‘
Nevruz mesajı’ idi. Bir
Amerikan Başkanı olarak ilk kez ‘İran halkı’ sözcüklerinin yanı sıra ‘İran İslam Cumhuriyeti’nin liderleri’ne de seslenen, bu sözcük seçimiyle ‘rejim değişikliği’ peşinde olmadığının mesajını veren, sonunu Farsa ‘İd-i Şoma Mübarek’ (Bayramınız Mübarek Olsun) diye bitiren
video konuşması.
Peki, ‘Dini Lider’ Ali Khamenei, bunu geri çevirmedi mi? Obama’nın elleri böğründe
kalmış sayılmaz mı?
Hayır. Khamenei Meşhed’de yaptığı konuşmada, bir sürü anti-
Amerikan basmakalıp cümlenin yanı sıra çok önemli bir şey söyledi: “Eğer tavrınızı değiştirirseniz, biz de değiştiririz” dedi. İran lideri, ABD’nin ‘değiştiği’ öne sürülen tavrını yeterli bulmuyor olabilir ama ‘İran pozisyonunun değişebilirliği’ onun ağzından ilk kez ifadesini buluyor.
Zaten Obama’ya cevabı, seçildiği
vakit ona
tebrik mesajı yollamış olan ve sıfatı itibarıyla muadili sayılan Ahmedinejad’a bırakmayıp kendisinin vermesi bile, Amerika ile İran arasında ‘dolaylı’
diyalogun başlamış olduğunu ifade ediyor.
Abdullah Gül’ün önceki hafta
Tahran ziyaretinde ‘ABD ile ilgili siyasi konuları’ Ahmedinejad ile değil Khamenei ile görüşmesinde ele alması da, ‘dolaylı diyalog kanalları’ndan biri ve en önemlilerinden biriydi.
Gül’ün Khamenei görüşmesinden hemen sonra akşam yemeğinde ‘Dini Lider’e atfen bize söylediklerinin aynısını onun Obama’ya
cevap verdiği Meşhed konuşmasında okuduk. “Bir değişiklik görmüyoruz. Siyasetinizdeki değişiklik nedir? Yaptırımları kaldırdınız mı? Siyonist rejimi desteklemekteyi durdurdunuz mu? Neyi değiştirdiğinizi bize söyleyin. Yeni Amerikan Başkanı’nın sözlerinde bile değişiklik görmüyoruz. Sözcüklerde değişiklik yetmez. Değişiklik gerçekten olmalıdır” diyor Khamenei.
Ama konuşuyor işte. İran usulü...
***
Rejimin etkili adamı Rafsancani’ye yakın duran,
Ahmedinecad’ın hapse attırmış olduğu, Beyrut’un gayet iyi tanıdığı, siyasi
analizlerine
kulak verdiği dostum Şemsülvaizin, Obama ile Khamenei arasında Beyrut’a ulaşan tahlilinde galiba en isabetli benzetmeyi
yaptı. Tarafların konuşmalarını ayrıntılı biçimde analiz ettikten sonra şöyle dedi:
“İran ile Amerika birbirlerinden nefret etmeye başlamış iki
genç aşıklar gibiler. Şimdi nefret yerini aşka bırakmaya başlayabilir. Aşkı asıl öldüren kayıtsızlıktır. Ama şu sıra gelinen noktaya bakıp hemen yatağa atlayacaklarını anlamını çıkarmamalıyız.
Bu zaman alacak.”
Abdullah Gül de Tahran’daki görüşmesinin ardından, çok farklı sözcüklerle aynı gözlemde bulunmuştu.
Cumartesi gecesi, gözüm bir ara bizim masanın diğer ucuna kaydı. Loş ışıkta, Amerikalı ve İranlı yetkili kafaları birbirlerine yaklaşmış, aralarında
cinsiyet farkı olsa, iki aşık romantik bir diyalog içindeler düşüncesini uyandıracak bir haldeydiler.
Bu bölgede odağında Türkiye’nin yer alacağı çok önemli değişiklik döneminin başlangıcındayız.
Hiçbir şeyin güvencesi yok, herşeyin zamanı var.
Ancak, Obama’yla birlikte ilginç bir ‘değişim dinamiği’de var.
Unutmadan, Obama, iki hafta sonra Türkiye’de...