DÜRÜST DUYARLI DOST

Ne ‘mesaj’ verecekti? ‘Mesaj’ verecek miydi?


Günlerdir tüm dikkatler, Amerika Başkanı Barack Hussein Obama’nın Türkiye ziyareti kadar, TBMM’de yapacağı konuşmaya odaklanmıştı. Ne ‘mesaj’ verecekti? ‘Mesaj’ verecek miydi? ‘Tarihi’ bir konuşma olarak kayda geçecek miydi? Obama, ilk soruya TBMM konuşmasında, hem de Türkçe ve kestirmeden gayet net bir ‘Evet’ cevabı verdi. “Bu ABD Başkanı olarak ilk resmi ülke ziyaretim. Bana bu ziyaretin bir mesaj olup olmadığı soruldu. Buna cevabım ‘Evet’ dedi.” Evet. ABD’nin hem de Obama gibi ABD’nin ilk ve dünyada olağanüstü bir popülariteyi ve olumlu beklentileri hareket geçiren bir ‘Başkanı’nın ‘ilk resmi ülke ziyareti’ni Türkiye’ye yapması başlı başına bir ‘mesaj’. Ayrıca, bu o kadar önemli bir ‘mesaj’ ki, Obama daha Türkiye’ye ayak basmadan, Türkiye yolunda iken Prag’daki AB Zirvesi’nde ‘Türkiye’nin AB’ye tam üye olarak alınmasından yana olduğunu, bunun Batı’nın İslam dünyası ile ilişkilerinin gelişmesi için önemli bir işaret olduğunu’ söylemişti. TBMM konuşmasında, Nicolas Sarkozy’nin karşı çıkmasına ve Angela Merkel’in mırın kırın etmesine rağmen, bu sözlerini tekrarlamakla kalmadı, bu konuya daha da güçlü ve gerekçeli bir vurgu yaptı. Amerika’nın Türkiye’nin AB üyeliğini ‘kuvvetle’ desteklediğini belirttikten sonra, Türkiye’nin Avrupa’ya sadece İstanbul Boğazı üzerindeki köprülerle değil, ‘tarihiyle, kültürüyle, hukukun üstünlüğüyle, demokrasisiyle’ bağlı olduğunu ifade etti. Amerikan Başkanı, Avrupa’nın çeşitli milletler, etnik topluluklar ve inançları bir arada topladığını, Türkiye’nin de AB’ye katılmasının Avrupa’nın kendisi için öngördüğün oluşumu daha da pekiştireceğini söyleyerek, bir anlamda Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanlara karşı ‘Batı’nın lideri konumu’yla bu tutumunda ısrarlı ve kararlı olacağının sinyalini verdi. Barack Hussein Obama’nın yaptığı tüm konuşmaların ve açıklamaların ‘ruhu’na ve seçtiği sözcüklere bakıldığında, bunun hem ‘siyasi’ ve hem de ‘felsefi’ bir yaklaşım olduğu anlaşılıyor. Çünkü, Obama için ‘bir numaralı öncelik’in Batı ile (özellikle ABD ile) Müslüman dünya arasındaki ilişkilerin ‘güce dayanmadan, barışçı biçimde’ yeniden düzenlenmesi olduğu görülüyor. Tam da bu çerçevede, Türkiye’nin Obama’nın ‘stratejik ekranı’ndaki ‘özel yeri’ ortaya çıkıyor. Türkiye, yeni Amerikan yönetimi açısından öncelikli olarak ‘Batılı’ ya da ‘Batı’ya ait’ bir ülke. Ama, nüfus yapısı ve kültürel kimliği bakımından Müslüman nitelikte, coğrafyadaki yeri itibarıyla ise ‘Doğu ve Batı’nın buluştuğu’ bir ülke. Yani? Yani, Obama’nın tasavvur ettiği şekilde, Batı ile Müslüman dünya birbirine yaklaştırılacak ise, bu noktada Türkiye’ye bir ‘özel rol’ düşüyor. Ama, Türkiye’nin bu ‘rolü’ gereği gibi oynayabilmesi için, Batı’ya sıkı biçimde çapalanması gerekiyor. NATO müttefikliği, AB üyeliği ile tamamlanmadığı takdirde, Türkiye’nin Obama Amerika’sının tasavvurundaki gibi İslam dünyası açısından bir ‘olumlu model’ olması mümkün olamayacak. O nedenle, ABD, Obama yönetimi altında Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğini, gerçekten ‘kuvvetle’ desteklemeye devam edecek. Obama ziyaretinin, belki de, Türkiye ziyaretinin en önemli veçhesi bu. *** Bu destek için Türkiye’nin yapması gerekenler söz konusu. O da Türkiye’nin kararlılıkla ‘reformlar’ ve ‘demokrasi ve hukukun üstünlüğü’ doğrultusunda yürümeye devam etmesi gerekiyor. Obama, TBMM konuşmasında bu konuya “Türkiye’nin de üzerine düşen görevler var. DGM’ler kapandı. Kürtçe yayınlar devlet televizyonunda başladı. İnsan hakları konusunda gelişmeler var. Ancak, demokrasiler durağan olmaz” diyerek değindi. “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması konusunda güçlü sinyaller verileceğine inanıyoruz. Azınlık ve din özgürlüğü konusunda Türkiye’ye güveniyoruz” sözleriyle bundan sonra hangi alanlarda ve neler yapılması gerektiğinin işaretini vermiş oldu. Konuşmasının en güzel, en çarpıcı yerlerinden biri, tam bu konuda söylediği “Ben bunu bir zamanlar değil başkan olmak, oy bile verilmeyen bir halkın üyesi olarak söylüyorum” demesiydi. Barack Obama, ‘siyah kimliği’ni hiçbir zaman unutmadığını, unutmayacağını ve o kimliğiyle Amerikan Başkanı seçilmesinin demokrasiler ve ilerleme bakımından anlamını vurguladı. O nedenle, Ermeni sorunu ya da 1915’e ilişkin şu sözleri de çok önemle not edilmek durumunda: “Geçmişimizle yüzleşmeliyiz. ABD halen kendi karanlık tarihiyle yüzleşiyor. Bizim ülkemizde kölelik ve ayrımcılık geçmişi var. Tarih, trajik gerçeklerle doludur. Geçmişimizle yüzleşemezsek, tarihi üzerimizde yük olarak taşırız. 1915’teki feci olayları da dile getirmem gerekiyor.” Bununla birlikte, bu gibi konuları asıl TBMM’nin, Türkiye’nin tartışması gerektiğini, bu konunun Türkiye ile Ermenistan ile alınmasının kendi görüşlerinden daha fazla önem taşıdığını da belirtti. Çok iyi kurgulanmış bir konuşmaydı Obama’nın konuşması. Herkes, hangi siyasi eğilimde ise, karnını doyuracağı epey gıda bulabilirdi. O nedenle de ustaca bir konuşmaydı. Ama en çarpıcısı, Obama’nın tüm konuşmasına sinmiş olan dürüstlüğü ve zihin açıklığıydı. Özellikle, Müslümanların Amerika’ya yaptığı katkıdan söz ederken, kendisini de o ‘camia’dan sayması, ismindeki Hussein’e (Hüseyin) sahip çıkması ve Müslüman dünyaya yaklaşımındaki içtenliğin bir belirtisiydi. Obama’nın TBMM konuşmasını ve çeşitli açıklamalarını günlerce tartışacağız, bir daha, bir daha okuyup sindirmeye bakacağız. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ortak basın toplantısında söyledikleri ise, Türkiye’nin yakın geleceğinin nasıl şekilleneceğine ilişkin çok önemli ipuçları taşıyor: Model ortaklık... *** Evet, dün yeni bir kavramla tanıştık. ‘Model ortaklık’, bunu o sözcüğün İngilizce aynı anlamı taşımasından ötürü ‘örnek ortaklık’ olarak da anlayabiliriz. Obama, “Burada, Türkiye’nin önemini vurgulamak istiyorum. Sadece ABD açısından değil, Türkiye’nin dünya açısından önemini vurgulamak istiyorum” diyerek, ABD ile Türkiye’nin bir ‘model ortaklık’ oluşturmasından söz etti. Bugüne dek, 20 yıla yaklaşık bir süredir Türkiye ile ABD ilişkilerinin özelliğini tanımlamak için kullanılan ve daha ziyade Türk kulaklarına hoşa gidecek bir melodi olarak sunulup içi pek de somut biçimde doldurulmayan ‘stratejik ortaklık’ kavramı, belki de ilk kez şimdi Obama ile birlikte gerçek anlamına kavuşuyor. Bu, bir ‘model’ ya da ‘örnek’ ortaklık olacak. Türkiye, ABD nezdinde dünyanın en önemli ülkelerinden biri olarak algılanacak ve kendisine ona göre davranılacak. ABD ile Türkiye arasında dünyanın çeşitli meselelerine birlikte eğilmek ve işbirliği yapmak üzere, ‘ortaklaşa’ bir nevi ‘şirket’ kuruluyor. Her şey ve hepimiz için yepyeni bir dönemin başlangıcındayız. Bu dönemi başlatan Amerikan Başkanı’nın bir ‘ilk’ olan ‘tarihi’ Türkiye ziyaretinin verdiği izlenimi üç sözcükle ifade et deseniz, Obama için şu ‘3 D’yi söylerdim: Dürüst, duyarlı, dost...
<< Önceki Haber DÜRÜST DUYARLI DOST Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER