ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
İzmir’deki 54 kişilik Risale-i Nur davasından, sırf kitap okuduğunuz için mahkûm edildik. Zaten beş ay hapis yatmıştım. Af çıkıyor, çıktı haberleri çoğalınca gidip de yedi ay daha yatmayalım, diye teslim olmadık. Ara-sıra bizi arayan soranlar olmuş ama bunlar askerlik içinmiş. Yani hapis için arayan yokmuş… Af çıkınca askerliğe müracaat ettim. Kaderimizden ilk defa dört aylık yedek subaylık çıktı. O zaman en büyük merkez Isparta idi… Burdur ve Antalya’da da kısa dönem askerlik yapanlar vardı.
Isparta’yı bir göreyim, arkadaşlarla tanışayım diye İzmir’den yola çıktım. Daha önce 1970, 1972 ve 1977’de gitmiştim ama bu dört ay askerlik döneminde şehirde tatil günleri nerelere uğrar nerelerde kalırız düşüncesiyle bir ön yoklama idi.
İzmir’den Aydın’a uğradım. Oradan yola çıkarken bir arkadaşımız “Ben de sizinle gelmek istiyorum dedi. İzmir, Aydın, Denizli, Isparta yolu o zaman kaldığımız yere çok yakın… Çıkar çıkmaz, Isparta’ya giden bir otobüs yanımızda durdu. İçi boş denecek kadar az yolcu vardı. Biz ortalarda bir yere oturduk. Muâvin bize birer bilet verdi. Hiç bakmadan ceplerimize yerleştirdik. O günlerde hizmet açısından Aydın çok hareketli… Birileri dersaneye geliyor, birkaç gün kalıyor ve gözüne kestirdiği bazı talebeleri koparıp kendi yerlerine götürüyor. Yani hizmet tam oturmamış. Bunu yapanların kim olduklarını az-çok biliyoruz. Ama bir fitne çıkmaması için sabrediyoruz. Otobüste arkadaşımız bunlarla ilgili bilgi istedi. “Mühim değil, sabırlı olun, biz bunları biliyoruz, sakın münakaşa etmeyin” meâlinde konuştum. Fakat o çok ısrar etti… “Biz de bilelim” dedi. “Bak bunun sonu gıybete varır. Biz bu gıybetlerin çok tokatlarını yedik. Diyelim İzmir’den Edremit’e vaaz dinlemeye gidiyoruz veya dönüyoruz. Eğer gıybete girilmişse ya tekerimiz patlar, hiç olmadık şekilde benzinimiz biter yolda kalırız… Hatta önceleri öğrenciliğimiz yıllarında, Karşıyaka’ya veya Çiğli’ye derse gideceğiz. Yurttan çıkıp İzmir Konak’tan kalkan vapura yetişmemiz lâzım. Hem vapurla hızlı varıyoruz hem de talebe kartımız var yarı fiyatına. Belki on defa başımıza gelmiştir. Eğer yolda gıybet vâri bir şeyler konuşulursa mutlaka vapuru kaçırırız. Halbuki aynı yol, aynı saatte yola çıkıyoruz. Tesadüfle izah edilecek gibi değil” demişsem de “Böyle konuşmazsanız, Aydın’ın problemleri de bitmez.” dedi. Başladık konuşmaya… O sordu, ben cevap verdim. Denizli’ye garaja geldik. Öğlen namazını zamanında kılmak istiyoruz. Çünkü Isparta’ya varıncaya kadar çok ikindi vakti girmiş olacak. O zaman mescitler, abdest alacak yerle yoktu. Hemen oralarda gördüğümüz bir tulumbadan abdest aldık. Camiye gitmeye vaktimiz yok. Bir dükkana girdik. Kıbleyi sorduk. Bize birer temiz şeker çuvalını seccade gibi serdi namazlarımızı kılıp koştuk. Baktık bizim araba garajdan çıkmak üzere, arkadan yetişip bindik. Ama bir de ne görelim, başkaları oturuyor. Muâvine sorduk, “Gidin arkada yer bulursanız gider oturursunuz, yoksa ayakta gidersiniz!” dedi. “Yahu kardeşim biz Aydın’dan binmedik mi? Sen bize bilet vermedin mi?” dedik. Bize “Bir de okumuş adamlara benziyorsunuz, bakın bakalım bilette koltuk numarası var mı?” dedi. Baktık yok. “Peki bize bunu niye yaptın?” dedik. “Zırlayıp durmayın, gidin arkaya” dedi. Arka koltuklara gittik onlar da dolmuş. Mecbur ayakta gidiyoruz ve öfkeden burnumuzdan soluyoruz. Bunlar yetmiyormuş gibi muavin her arkadan öne, önden arkaya geçerken bize ardılıyor ve hakaretli sözler söylüyor. Hakikaten sabır taşı çatlamak üzere. O zaman Risalelerden ve Üstad Hazretlerinden öğrendiğimiz bir usule baş vurdum. İçimden, “Ya Rabbi biz otobüsü kaçıracak bir günah işlemedik. Sırf kazaya kalmasın diye öğlen namazını kılmaya gittik” dedim. Sonra Aydın’dan Denizli’ye gelinceye kadar konuştuklarım hatırıma geldi. “Biz hiç o konulara girmemeliydik” diye düşündüm. Bu muhasebe ile dağ gibi bir yük üzerimden kalktı. “Cenab-ı Hak âhirete bırakmadan bizi temizlemek istedi. Kader âdildir.” dedim. Hiçbir şey olmamış gibi bu düşüncelerimi arkadaşımıza anlattım. Artık olanları unutmuş gibi bırakıp başka şey konuşmaya başladık. Dinar’a yakınlaşınca da yolculardan birisi, şoföre bağırdı: “Bu nasıl iş!.. Burda iki delikanlının yerlerini satıyorsunuz, bir de durmadan hakaret ediyorsunuz. Böyle otobüsçülük mü olur… Bunlar efendiliklerinden bir şey demiyorlar ama büyük haksızlık. Isparta’ya varınca arabayı doğru trafiğe çekeceksin, bunun hesabını sizden soracağım” dedi. Herhalde üst rütbeli bir memur idi. Bu sefer şoför kendisini temize çıkarmak için muavine ağza alınmayacak laflarla saldırdı. Biz ise neredeyse, “Tamam, mânen asıl suçlu biziz” diyecek hale gedik. Kimseye de meselelerimizi anlatamazdık elbette… Zaten biraz sonra Dinar’da inenler oldu. Onların yerlerine oturduk. Isparta’ya varınca gerçekten adam arabayı trafiğe çektirdi.
Sabır, çölde yetişen çok acı bir otmuş ama bazı illetlere devâ imiş…
Burada anlattıklarım, çok büyük bir olay değil… Ama insanlarda vicdan diye bir duygu var. Bazı durumlarda tek kişide başlayan vicdan alarmı bütün ülkeyi sarar. Vicdan yalan söylemez…
Siz bazı şeyleri algı operasyonları ile halktan gizlemeye çalışırsınız ama, kötülüğü huy haline getirince, artık açıktan yapmaya başlarsınız. O zaman vicdanlar feverana başlar; kimse de önünde duramaz. Mekke Müşriklerinin Mekke’deki boykot olayı aynen böyle idi. “Kimse Müslümanlara bir damla su, bir parça ekmek vermeyecek” denildi. Sonra vicdanlar isyan etti. Şimdi de işten atıyorsun, hapse sokuyorsun, dışarıdakileri açlıktan ölüme mahkum ediyorsun. Çünkü kimse, iş vermeyecek, kimse en ufak bir yardım yapmayacak, yoksa onları da hapse atarım” diyorsun. Gerçekten hapse atıyorsun. Sonra sosyal fâcialar. Söyle bakalım bunların sonu nereye varacak? Hadis-i Şerifte “Küfür devam eder ama zulüm devam etmez” buyuruluyor. Ne zaman, nasıl biteceğini hikmet Sahibi Cenab-ı Hak, biliyor… Ama çâresi yok bitecek bu zulüm…