Arkadaşlarımla Fethullah Gülen Hoca Efendinin cenaze namazının kılınacağı stada giderken gözümün önüne geçmişe dair çok farklı tablolar geliyordu. Onun Türkiye’de iken yaptığı sohbetlere, vaazlara, konferanslara giderken bir heyecan, yeni bir kaideler zinciri öğrenme merakı içinde, aynı duygu ve düşünce içindeki yollara dökülmüş her yaş ve baştan insanlar olurdu. Toplumun her kesiminden olan bu insanlar, akın akın, adeta susuz kalmış insanların suya ulaşma gayretleri içinde sakin, ağırbaşlı idiler.
Hemen herkese legal, ahlaki ve insani çerçevelerdeki sözleri ve davranışlarıyla dokunmaya çalışmış olan Fethullah Gülen Hocaefendi, bu geçici dünyadan ebedi aleme uğurlanıyordu.
Onun samimi gayret ve teşvikleriyle oluşmuş olan uluslararası yetişmiş entelektüel, eğitim seviyesi ve dünya görüşü yüksek, herkesin iyiliğini isteyen ve misali tarihte zor görülmüş böyle bir topluluğun arkasından, önünden, yanından geçiyorduk.
Dünyanın her yerinden, akın akın gelen bu insanların, birbirlerine kendilerini gösterme, onlardan bir şeyler bekleme gibi zaaf işareti sayılabilecek bir düşünce ve gayretleri de yoktu.
Bu uluslararası topluluğun, dünyanın bütün insanlarıyla geçinebilmesini öğrenmiş ve pratiğe geçirmiş olması, beklentisiz bir şekilde ellerindeki imkanları herkesle paylaşmasını öğrenmiş olma gibi, günümüzde az görülen insani özellikleri, Fethullah Gülen Hoca Efendinin senelerce yaptığı gayretlerinin bir neticesiydi.
Bunlar güven insanıydılar. İnsanlar da bunları bu güzel özellikleri pratiğe dökerken görmüşler ve halen de görmeye devam ediyorlardı. Dini, dili, rengi, milliyeti ne olursa olsun, geleceğin dünyasının hep birlikte kavgasız, savaşsız, huzur içinde yaşayabilecekleri barış adacıkları şekline dönmesi de ancak bu şekilde mümkün olabilecekti.
Stada giden yollar, yaklaştıkça kalabalıklaşıyor, başta Kanada olmak üzere farklı şehirlerin plakalarını taşıyan araçlar, içlerinde vakur, samimi, vefalı insanları taşıyorlardı.
Hava güzeldi. Pensilvanya ve New Jersey’in dünyaca meşhur, her renge boyanmış ağaçların sonbahardaki görüntüleri bu törene eşlik ediyorlardı.
Stada yaklaştıkça arabalarını park ederek kadın, erkek, çoluk, çocuk hüzünlü, vakur bir şekilde cenaze namazının kılınacağı stada doğru koşar adım yürüyorlardı.
Fotoğraf çeken ve çekmeyi seven birisi olarak, hatıra olarak da olsa bu güzel ve ders verici tabloların fotoğrafını çekmeye elim varmıyordu. Çünkü bugün farklı bir gündü. Yanlış anlaşılabilecek her türlü davranıştan çekinmek gerekiyordu. Bazı istisnalar dışında, ben de fotoğraf çekme yerine, bu gördüğüm yürüyen veya arabalarındaki insanlarla ilgili empatiler yapmaya çalışıyordum. Bunlardan dolayı da sık sık boğazım düğümleniyordu.
Senelerce Fethullah Gülen Hoca Efendinin hareketlerinden, düşüncelerinden, konuşmalarından istifade etmeye çalışan bu yoldaki insanlardan birisi olarak, hasta insanların yüksek ateş esnasındaki gözlerinin önüne gelen ve devamlı değişen görüntüler içindeki bir insan gibiydim. İçinde bulunduğum bu ruh halini izah etmek çok zor.
Allah’a inanan insanlar açısından, bir insanın vefatı, her canlının başına gelebilecek bir durum. Canlı olma ve insan olmanın özelliklerini taşıyan esas ruh değil, ama beden toprağa veriliyordu. Beden ruh beraberliği artık sona ermiş oluyordu. Ruh daima canlı kalacaktı ve insanın Allah‘la olan irtibatına göre esas hesap gününe kadar bilemediğimiz ama tahmin edebildiğimiz yerlerde, mekanlarda dolaşacaktı.
Stadın yanına geldiğimizde ciddi bir sessizlik ve vakurla görev yapan arkadaşlarımız insanları yönlendiriyorlardı. Stada girdiğimiz zaman da aynı hava hakimdi. Kur’an okunuyordu. Güvenliği sağlamak için stadın üstünde dolaşan helikopterlerin sesleri ve Kur’an sesleri birbirine karışıyordu.
Herkes heyecanla, sessiz ve sakin bir şekilde tabutun gelmesini bekliyordu. Tabutun stadın içeri girmesi ve hazırlanmış masaya konmasına kadar dünyanın çok değişik yerlerinden dilleri, renkleri, farklı gençler bir sükûnet içinde tabutu taşımışlardı.
Herkes kendi duygu ve düşünceleri içinde bu kareleri seyrediyordu.
Dışarıda kalan insanların cenaze namazı kılabilmek için tamamen içeriye girmeleri beklenirken, daha önceden çok güzel organize edilmiş toplumun farklı kesimlerinden, farklı milletlerden insanlar, Türkçe ve İngilizce dualar yapıyorlar, Kur’an okuyorlardı.
Prof. Suat Yıldırım hocam cenaze namazını kıldırdı. Stada getirildiği gibi tabut insanların elleri üstünde cenaze arabasına taşındı.
Yine bir sessizlik ve sükûnet içinde hazırlanan yere defnedildi.
Bütün bu işlemler yapılırken bir film şeridi gibi gözümün önünden çok değişik olaylar, manzaralar, Hoca Efendinin değişik durumlardaki yaklaşımları, tavsiyeleri, tespitleri geçti.
Bu işlemler bittikten sonra, İstanbul’da son yapılan ve hakikaten mükemmele yakın bir organizasyon olan Türkçe Olimpiyatları aklıma geldi. Organizasyon neredeyse kusursuzdu ve bu işi bilen ve anlayan insanlar başta olmak üzere herkes organizasyonu takdir etmişti.
Programın ertesi günü önemli ve değerli bir insan bana, “Hoca Efendi bu programı seyretmiş midir ve seyrettiyse acaba ne düşünmüştür?“ diye sormuştu. Ben de “Seyretmiştir ve tahminim şu üç şeyi yanında bulunan arkadaşlarla paylaşmış olabilir. ‘1-Acaba daha güzel olamaz mıydı? 2-Böyle güzel bir programdan acaba bazıları rahatsız olmuş mudur? 3-Bu güzellikleri ve başarıları hiç kimse kendisinden bilmesin, bunların yapılmasını lütfeden Allah’tır. Her şeyi O’ndan bilelim’ demiş olabilir’’ dedim.
Bu konuşmadan on gün sonra bir vesileyle Pensilvanya ‘ya gittiğimde, bu durumu Hoca Efendiye aynen anlattım. O da bana, “Evet, aynen sizin söylediklerinizi düşündüm’’ demişti.
Her yönüyle benzer bir program olsaydı ve Hoca Efendi de programda olsaydı veya bunu canlı olarak izleseydi acaba ne düşünürdü, diye aklıma geldi.
Bildiğim ve şahit olduğum o her zamanki mükemmeliyetçi tutum ve davranışlarıyla şunları paylaşırdı diye tahmin ettim; cenazeye gelirken yollardaki trafikle, yürüyen insanlarla, stada giriş çıkışlarla, stat içindeki insanların daha rahat edebilmeleri ile, protokole davet edilen insanlarla, defnedilirkenki durumlarla ve en sonunda da törene katılan insanların uğurlanmaları ile ilgili kim bilir daha neler neler derdi, diye düşündüm.
Öncelikle şunu ifade etmek gerekir. Gerek stattaki cenaze namazı programı, gerekse defin esnasındaki program çok kısa süre içinde, ilgili arkadaşlarımız tarafından çok mükemmel bir şekilde planlanmış ve uygulanmıştı. Hata veya kusur denilebilecek herhangi bir durumu ben şahsen görmedim. Bu arkadaşlarımın hepsine de teşekkür ediyorum, Allah onlardan razı olsun.
Daha sonra da dedim kendi kendime, şunları ilave ederdi, “Evet bu iş de bitmiş oldu. Şimdi önümüze bakalım ve yapmamız gereken işleri aksaksız ve yolunda yordamında yapmaya devam edelim. Çünkü yapmamız gereken çok iş var. Allah’ın rızasını kazanma endeksli, dünyanın her yerindeki herkese ulaşarak Allah’ı ve Peygamberini tanımalarına vesile olmalıyız. Bunu da, günün anlayışı ve mekanın diliyle, kendi aramızda istişare ederek ve en uygun yolları bularak, bu esas işe odaklanmamız gerekir“ derdi, diye düşündüm.
Halen de karşımızda bedeni bir yerde sabit olarak dursa da başta ruhuyla, ikincisi yaşadığı sürece hemen hemen yirmi dört saati teyplerle, videolarla kayıt altına alınmış, konuştuğu hemen her şey kitaplara dökülmüş, dünyada bu yönleriyle eşi benzeri nadir görülen bir insan söz konusu.
Rabbim Hocamıza rahmet eylesin.
Bizleri de bu güzel, faydalı ve olması gereken duygu ve düşünceler içinde, Rabbimizin rızasını kazanma ve O’nu herkese anlatma samimiyet ve ihlastan ayrılmadan, istişare eksenli gayret ve çalışmalarımızı da devam ettirsin.