M. Fethullah Gülen Hocaefendi, yetiştiği sıcak ve yumuşak ortamı yani tasavvuf büyüklerinin mânevî zevk-i ruhanî dolu ortamı zaman zaman anlatır. Onlardan bir şekilde bahseder. İşte Kalbin Zümrüt Tepeleri’ne giden yolda bütün bunlar işaret ışıkları olsa gerek:
“Bizim ailenin hem Küfrevî Hazretleriyle, hem de Alvarlı Efe Hazretleriyle irtibatı vardı. Her iki aileden de gidip gelenler vardı. Küfrevîlerden Sırrı Efendi gidip gelirdi. Oğlu Fethullah Efendi vardı. On oğluna onun isminden dolayı Fethullah ismini vermişler bana da. Erken yaşlar olması itibariyle kıymeti harbiyesini çok bilmesem de, Sivas’da İhramcızade İsmail Efendi’yi de ziyaret edip elini öpmüştüm. Kenarda-köşede çok iştihar etmemiş zatlar vardı. Rasim Baba vardı. İddiası olmayan bir zat olarak Salih Efendi vardı. Bir de ebdaldan sayılabilecek Kurban Dayı vardı. Erzurum Tortumluydu. Ama Kemalpaşa’da ikamet ediyordu. Farklı hususiyetlerine şahit olmuşumdur. Salat u selam okurken bu zatları da isim isim zikrederek duaya dahil ediyorum.”
Uhrevileşme adına tasavvufî riyazatlar ve inzivalar çok önemlidir. Nasıl sabır var ve bir de aktif sabır var. Öyle aktif inzivalar da vardır. Kamp hayatımız da böyledir. Teheccüdler var, tesbihatlar var. Hadis, tefsir vs. İslâmî ilimler… Koşular, güreşler, ağaçlara tırmanmalar… O günleri hatırlayan M. Fethullah Gülen Hocaefendi zaman zaman onlardan bahseder ve benzerlerinin yapılmasını ister:
“Başlangıçta kamp nedir bilmiyorduk. Kır çadırları diyorduk. Üç ay kamp yaptığımız olmuştu. Tabiatın bağrında gruplar halinde kitap okumalar, gürül gürül tesbihatlar. Fenerlerin ışığı altında okunan evrad u ezkarlar. Dünyadan irtibatını kesip uhrevileşme adına şartlar müsaitti. Bugün de, keşke imkan olsa, üç-dört gün değil de, geçmişte olduğu gibi üç-dört hafta süren kamplar yapılabilse. Ama şu anki şartlar, şu anki imkanlar buna elvermiyor olabilir. Bu durumda bize düşen en olumsuz şartlar karşısında dahi ne yapabiliyorsak onu yapmaya çalışmamız.”
Devirler değişse de Hak yolda olanların başına gelen cevirler hiç değişmez. Zaten bu kadar büyük hizmetler hiç ayağımız taşa değmeden devam ediyorsa, burada terslik var demektir. Çünkü bu yolun kaderi böyledir yani bu yol dikenli ve engelli bir yoldur. Dikenler ve engeller yoksa herhalde yanlış bir yoldayız demektir; Hocaefendi de bunu söylüyor: “Bütün peygamberler çekmiştir. Ama Efendimiz’in (S.A.S.) çektiği sıkıntılar tahammülfersadır. 5-10 saat dahi rahat yüzü görmemiştir. Alvarlı Efe Hazretleri, bu durumu anlatırken, ‘O’nun (S.A.S.) çektikleri dile getirilse araya kılıç girer’ derdi.”
Efendimiz (S.A.S.) çok sıkıntıda olduğu bir zamanda “Üzülme, Allah bizimle” meâlinde bir âyet nâzil oldu. Efendimize (S.A.S.) büyük bir teselli olduğu gibi, onun izinde gidenler için bilhassa izdüşümünde mürşid ve rehberler için de öyle… Bizler de mesela 723 defa tekrarlayabiliriz: “Söylemem doğru olur mu bilmiyorum. Ne zaman keder, hüzün, inkisar içinde odamdan çıkıp taraçaya doğru yürüsem, belki yüzde sekseninde, ‘Lâ tehzan innallaha meanâ: Tasalanma, Allah bizimle beraberdir’ teselli tablosuyla karşılaşıyorum.”
Henüz derinliğine nüfuz edemediğimiz ve hayatımızın ve tabiatımızın bir yani haline getiremediğimiz Kalbin Zümrüt Tepeleri şaheseri hakkında sorulan bazı sorular için Hocaefendi’nin söylediği bazı tesbitler: “Kalbin latife-i rabbaniye ile münasebetleri üzerinde durulduğu kadar, kalbin göz, kulak diğer azalarla münasebeti üzerinde durulmamış sanki… Esasında ruhun hepsi ile bir çeşit münasebeti var. Ama zannediyorum biz hep bu azaların maddi anatomisi üzerinde durduğumuzdan meseleyi o çerçeve içinde ele almışız, ruh ile münasebeti üzerinde çok durmamışız. Geçen gün okurken, Üstad Hz.’lerinin hepsini ruh ile irtibatlandırdığını görmüştük.”
Bir arkadaşımızın sorduğu, “Hasan Basri’den Alvarlı Efe Hazretlerine kadar hemen bütün büyük zâtlar yaşadıkları zamanların içinde bulunduğu dönemden dert yandıkları görülüyor.” Sorusuna Hocaefendi şöyle cevap verdi: “Kendi ufukları, takva anlayışları, dini hassasiyetleri itibarıyla meseleyi ele alıyorlar zannediyorum. Muhataplarını da bu ufka çağırma, günahlardan sakındırma gayretleri var. Alvarlı Efe Hazretleri ile irtibatlı olanların hassasiyeti, incelikleri vardı ama yine de bir Bediüzzaman inceliğinde değildi. Kendisi, çok içten ‘Allah bizi insan eyleye’ derdi. “Herkes yahşi men yaman, herkes buğday men saman’ derdi.”
Yine bir arkadaşımız “Üstad Hazretlerini Muhakemat, Sünuhat gibi ilk dönem eserlerindeki dili, ağır üslubu, sonraki dönemlerde muhatapların seviyesine inerek değiştirmesini nasıl anlamalıyız?” sorusuna da şöyle karşılık verdi: “Zayi olan meseleleri ihya etme. Bilinmeyen meselelere insanları çağırma. Asıl mesele; Allah’a iman, peygambere iman, haşre iman. Hayatın ahiret inancına göre programlanması. ‘Burada bir eksik var, burada bir yırtık var’ deyip o eksik, o yırtık için yama oluşturma. Ondan sonraki nesillere düşen de içinde bulundukları çağın diliyle, içinde bulundukları çağın ilimleriyle, fizik, kimya, biyolojinin diliyle bu hakikatlerin canlandırılması. Belki mücellet (ciltlerle) kitaplarla değil, günümüz insanının anlayabileceği hacimdeki eserlerle. Çünkü bilhassa günümüz Türkiye toplumunda ciddi mânada kitap okuma alışkanlığı yok maalesef.”
Hocaefendi her zaman dikkatli ve tedbirli yaşamanın önemine dikkat çekerken İzmir’in Çeşme Mahallesinde kaldığı ve bizim de bulunduğumuz evde geçen bir disk kaymasını misal veriyor. Oradan “Çeşme” kelimesinden tefe’ül ederek, devamlı açık olarak akıp duran çeşmeler, pınarlar gibi Hizmetin hikmet ve rahmet pınarının ve devamlı akıp duran âb-ı hayat çeşmesinin cihana yayılışını ifade ediyor. Ayrıca bir uyarı hatta alarm mâhiyetinde çok önemli hususlara dikkat çekiyor…
“Hayatı hep temkinli götürmek lazım. Bazen bilmeyerek yaptığımız bazı hatalarımızın cezasını çekiyoruz. Çeşme’deki evde büyük bir kitaplığı ayağımla itmeye çalışmıştım. O anda disk kayması oldu. Namazlarımı uzanarak kılmaya mecbur kalacak ölçüde ileri derecede bir disk kaymasıydı. Tedavi sonucunda Allah’a şükür, geçti, bir daha öyle bir rahatsızlık yaşamadım. Çeşme, adı gibi hep açılımların merkezi oldu. Diğer dershanelerin açılması, dünyaya açılma oradan oldu. Şu anki durum da öyle. Cenab-ı Hakk’ın, bizleri nerelere sevkedeceğini, açılımların nerelere ulaşacağını bilemiyoruz. İddialı tavırlara girmez, çevremizdeki insanları endişeye sevkedecek hareketlerden sakınır, Rabbimizle münasebetimizi kavi tutar, asimile olmadan entegrasyonu sağlayabilirsek kimbilir Cenab-ı Hakk, bizleri daha ne tür hizmetlerde istihdam buyurur? Aklımız ermez bizim ortaya çıkan neticeye, Cenab-ı Hakk, çok küçük insanlara, çok büyük hizmetler gördürebilir.” İnşaallah bundan sonra da gördürsün…