Mehmed Feyzi Efendi, bir SIR KÂTİBİ olarak Üstad Hazretlerine hizmet etmiştir. Kastamonu dağlık ve ormanlık güzel bir yerdir. Yazları ise manzaralar daha da güzeldir. Onun için beraber temâşa ve tenezzühe çıkarlar. Üstad, bilhassa halkın fazla gitmediği yerleri tercih eder. Bilhassa şehre beş-altı kilometre uzaklıktaki Karadağ, Hacı İbrahim Dağı ve Depelce gibi yerler. Buralar aynı zamanda Âyetü’l-Kübra Risalesinin yazıldığı mübarek mekânlardır. İhsan Atasoy Bey, bu hususta Mehmed Feyzi Efendi hakkında yazdığı kitapta çok geniş bilgi vermektedir:
Mehmed Feyzi Efendi, çoğu defa Üstad Hazretleriyle Karadağ’da özel ve eşsiz bir ağaç olan Karaağacın yanına gittiklerini anlatır. Bu ağaç emsallerinden farklı bir konuma sahiptir. Sanki özel olarak Üstad’ın üzerine çıkıp bir taht, bir kürsü gibi etrafı temâşa etmesi için yaratılmıştır. Belli bir yükseklikten sonra yere paralel olarak uzanır.
“Hayatta bütün Risaleleri yazarına okumakla iftihar ediyorum.” diyen Mehmed Feyzi Efendi, Risale-i Nur’u okurken nelere dikkat etmek gerektiğini şöyle anlatır:
“Risale-i Nur’u tekrar tekrar okumak lâzım. Sathî değil, bütün duygular ve lâtifelerle teveccüh ederek okumalı ki, her duygu ve her lâtife ondan hissesini alsın.”
Mehmed Feyzi Efendi Kastamonu dağları ile ilgili hatırlarını anlatırken diyor ki:
“Ekseriyetle yaz zamanı Karadağ’a Üstad’la beraber giderdik. Yolda hem Risale-i Nur tashih eder, hem hataları düzeltir, hem Eski Said döneminde yazdığı ilk eserlerinden ders verirdi. Bu suretle yolda bile mübarek vaktini vazifeyle geçirirlerdi. Evet biz itiraf ediyoruz ki, Üstadımızın nutkundaki letâfet ve ülfetindeki halâvet o derece feyiz bahşederdi ki, insan sabahtan akşama kadar o vaziyette ders alsa, yol yürüse asla sıkılmak ihtimali yoktu.”
Mehmed Feyzi Efendi, Üstad’ın Kastamonu’da yazdığı beş altı Risalenin teliflerinde hazır bulunmuştur.
Münacat Risalesi, Kastamonu Kalesinde yazılmıştır. Kastamonu Kalesi, Üstad’ın evine yakın bir yerdedir… Evden çıkıldığında birkaç sokak ötede Kalenin sağından tırmanan dik bir yoldan Kaleye çıkılır. Kaleden bakınca, şehir, aşağıda yeşillikler arasında kaybolur. Fakat yukarıda dağ silsileleri ve sema ile çepeçevre kuşatılmış geniş ufuklar önünde Kale, bir kürsü gibi durur. Üstad çoğu zaman, kimsenin tırmanmaya cesaret edemediği Kale’nin en yüksek burcuna çıkıp oradan şehre tepeden bakar ve ufukları temâşa eder. Bazen ayaklarını aşağıya sarkıtarak oturur, öylece Kainat Kitabını tefekkür eder. Evet işte Risale-i Nur’da Üçüncü Şua olarak yer alan MÜNACÂT Risalesi Kastamonu Kalesinin bu muhteşem manzarasında yazılmıştır. Bu eser, Kainat Kitabında yer alan varlıklar üzerindeki TEVHİD MÜHÜRLERİNİ bir bir okuyarak, İlahî İsimlerle Allah’a iltica şeklinde yazılmış özlü bir tevhid dersidir.
Bir gün Hz. Üstad bir bal kabının dibini sıyırıp Mehmed Feyzi Efendinin ağzına uzatır. Üstad’ın parmağını yalamaya başlayan Mehmed Feyzi Efendi bu iltifat karşısında âdeta kendinden geçer ve Üstad’ın parmağını biraz ısırıverir. O ana kadar tebessüm eden Üstad’ın kaşları çatılır ve talebesinin yüzüne bir tokat aşk eder. Mehmed Feyzi Efendinin gözlerinde şimşekler çakar ama o, Allah’a hamdeder “İşte şimdi tam Üstad Hazretlerinin talebesi oldum!..” der. Fakat o anda dışarıdan içeri gelenler, Üstad’ın Mehmed Feyzi Efendiyi bir kabahatinden dolayı tokatladığını sanırlar. Aslında Üstad, cemalî tecelliyle talebesine feyiz verirken, birden celâli tecelliyle terbiye etmeye başlar. Daha sonra Mehmed Feyzi Efendi’nin hizmetinden memnun olduğu zaman, “Feyzi, ENE’n buz gibi eridi” der. Öfkelendiğinde de “Senin ENE’n çifteli!” diye hitap eder. Mehmed Feyzi Efendi’yi sık sık ziyaret edenlerden Vedat Kader’in ifadesine göre, “Üstad, Feyzi Efendiyi celal ile terbiye etmiştir. Üstad’ın, onun nefsine ağır gelen ifadeler kullanmasının sebebi budur.”
O güne kadar hocalar ve âlimler, Bediüzzaman’ın ilmini takdir etseler de yanına pek yaklaşamazlar. Zira yaklaşanlar, fişlenip takip edilmekte ve hapislere sevk edilmektedir. Mehmed Feyzi Efendi ise, bu tehditlere aldırmadan Üstad’ın hizmetine koşar. Ahir zamanda İslam davasını omuzlayacak zatların, sadece ilim ile değil, kahramanlıkla da donanmış olması gerekir. Böyle bir zamanda Bediüzzaman’ın yakınında bulunmak ve hizmetinde olmak, herkesin göze alabileceği bir şey değildir. Tek başına bu husus bile, Mehmed Feyzi Efendiye ayrı bir mazhariyet kazandırır. Bununla beraber Mehmed Feyzi Efendinin, İslamî ilimler ve tasavvuf alt yapısına sahip olarak Bediüzzaman’ın ilim ve faziletini takdir etmesi de onun adına kayda değer bir husustur.
İlmiyle Üstad’a muhatap olması sebebiyle, mantığa dair Arapça eserini, Üstad, Mehmed Feyzi Efendiye ders verir ve bunu müsait bir zamanda Türkçeye tercüme etmesini ister: “Hem Eski Said’in ilm-i MANTIK noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-i matbu (basılmamış) TA’LİKAT’tan süzülen i’cazlı bir îcaz-ı harikada müdakkik ulemaları hayret ve tahsine sevk eden matbu (basılmış) KIZIL İ’caz namındaki Mantık Risalesi, Risale-i Nur ile bağlanmasına ve talebelerinin âlimler kısmının nazarına gösterilmesine lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi’ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak.” (Kastamonu Lâhikası)
İnşaallah Cenab-ı Hak, anlama lütfuna bizleri de mazhar eder.
Safvet Senih