Safvet Senih / Samanyoluhaber.com
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said diye ayırdığı üç dönemi vardır. Üçüncü Said dönemi için İhsan Atasoy Bey şöyle demektedir:
“Kore’den döndükten sonra Bayram Yüksel, Zübeyir Gündüzalp ile beraber, bir müddet Emirdağ’da Üstad’ın evinin karşısındaki bir evde kalırlar. Bayram Yüksel’den bir ay sonra da Ceylan Çalışkan askerden gelir. Üstad, Ceylan Çalışkan’ı da evine göndermeyip yanına alır. Böylece ÜÇÜNCÜ SAİD DÖNEMİ Hizmet Halkası teşekkül etmeye başlar.
“O zamana kadar gece kimseyi yanına almayan Üstad, bu âdetini değiştirir. Daha önce Emirdağ’daki talebeler sırasıyla ekmeğini suyunu getirir, akşam namazından evvel dışarıdan kapıyı kilitleyip giderler. Üstad da içeriden kapıyı sürgüler, sabah dokuzdan evvel de açmaz. 1953’e kadar böyledir.
“Bir gün talebelerine, ilk defa akşam namazını yanında kılmalarını söyler. Aradan birkaç gün geçtikten sonra, yatsıyı da beraber kıldırır. Daha sonra: ‘Yatak yorganınızı da buraya getirin!’ der. Böylece hizmetkârları, Üstad’ın yanında kalmaya başlarlar. Bu, Bediüzzaman’ın hayatında yeni bir dönemin başlangıç işaretidir. Zira o zamana kadar akşamdan sonra kimseyi kabul etmeyen Üstad, Bayram Yüksel, Ceylan Çalışkan ve Zübeyir Gündüzalp’i manevi atmosferine alır.
“Talebeler, Üstad’ın odasına hemen bir zil bağlarlar. Üstad bir ihtiyaç için zile bastıkça huzuruna girer, isteğini yerine getirirler. Diğer zamanlar yandaki odada kalırlar. Sabah erkenden abdest suyunu döker, sobasını yakar, çayını yemeğini pişirirler.
“Bu dönemde, Risale-i Nurlar ilk defa CEMAAT hâlinde okunmaya başlar. Sabah namazından sonra TESBİHAT yapılır ve daha sonra derse katılan herkes sırayla okumak suretiyle Risale takip edilir. Bu dönemde, önceki hayatına nisbetle Üstad’da büyük bir farklılık ve hareketlilik gözlenir.
“Üstad, İnebolu’dan Nazif Çelebi’nin ilk defa Latin harfleriyle teksir edip getirdiği Asa-yı Musa’yı görünce çok sevinir. ‘Risale-i Nurların bir gayesi de, hatt-ı Kur’an’ı muhafaza etmektir’ dediği halde, yeni nesillerin Kur’an hattından takip edememesi sebebiyle eserlerin Latin harfleriyle çoğaltılmasına müsaade eder. Çünkü Risale-i Nur’un en büyük gayesi, imanı kurtarmaktır…
Bayram Yüksel Ağabey diyor ki: “Emirdağ’a beraber giderken bizim köy, yol üzerinde olduğundan uğradık. Bana: ‘Anneni çağır gel’ derdi. Annem gelince elini öpmek ister. Üstadımız dirseğini öptürürdü. Hatta bir defasında annem geldi: ‘Üstad’ım, Allah bana Bayram’ı verdi, ben de onu sana verdim’ dedi. Üstad da: ‘Evlad-ı maneviye olarak kabul ediyorum!’ dedi. Annem çok mesrur olmuştu.”
“Üstadımız gece erken kalkar, teheccüd namazını kılardı. Evradını, bütün dualarını sabah namazına bir saat kala bitirirdi. Ellerini dergâh-ı İlâhiye açar, uzun uzun dua ederdi. Bu dua bir saat devam ederdi… O anda bizler yanına giremezdik, ancak dua bittikten sonra girebilirdik. Hatta: ‘Benim bir dua vaktim var, o anda melaike de gelse kabul etmem’ derdi. Ayrıca: ‘İstikbaldeki Nur Talebelerine de dua ediyorum!’ derdi. Yatsı namazını kılınca fazla beklemez, yatardı.
“Üstadımızın konuşmasında o kadar letâfet vardı ki, o derece feyizliydi ki, sabahtan akşama kadar o vaziyette ders alsak, yol yürüsek, zahmet çeksek, aç kalsak, içimizden zerre kadar, sıkılma gelmez… Hatta bazen sıkıntılı hallerimizde Üstadımızın simâ-i mübareklerine baktığımız zaman, içimize bir ferahlık gelirdi. Bize bir şevk, bir cevvaliyet gelir; gece gündüz çalışsak, uyumasak yorgunluk hissetmezdik.”
Bayram Yüksel Ağabey, bizzat Üstad’dan görüp öğrendiği ve ondan ayrılmayacağına defalarca yemin ettiği hizmet tarzını, bütün gücüyle Ankara’da tesise çalışır. Talebe dershanelerinin açılmasına öncülük yapar. Üniversite talebeleri için peş peşe dersaneler açar. Hatta o zaman Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, bir Erzurum dönüşü Ankara’ya uğradığında, talebe hizmetlerinin ilk defa orada görüp hayran kaldığı ifade edilir.
Şevki Doğan o günleri şöyle anlatır: “Ankara’da ilk talebe hizmetlerini başlatan, Bayram Ağabey’dir. O zaman İstanbul hâriç Türkiye’de ilk üniversite hizmetleri Ankara’da başlamıştı. Fethullah Gülen Hocaefendi, İzmir’de vaizdi. Bir Erzurum dönüşü Ankara’ya uğramıştı. İzmir’de henüz talebe hizmeti başlamamıştı. Bayram Ağabey kendisine dershaneleri gezdirip, talebe hizmetlerinin nasıl yapıldığını anlatmıştı. Bir-iki ay sonra İzmir’den üç minibüsle geldiler. O zaman içlerinde Abdullah Aymaz da vardı. Ders ve hizmet tarzını bilfiil yerinde gezip gördüler. Gidince böyle dershaneler açmaya ve bizi de davet etmeye karar verdiler. Gerçekten bir müddet sonra dershane açmış ve bizi de davet etmişlerdi. Biz de bir otobüs dolusu kardeşle Ankara’dan gittik. Fettah Camii yanında tutulmuş bir dershane vardı, bizi orada ağırladılar. Cumadan gidip hem Hocaefendi’nin vaazını dinledik, hem de cumartesi Pazar kalıp sohbetlere katıldık, sonra Ankara’ya döndük. Ardından peş peşe dershaneler açmaya devam ettiler. Aramızda gelip gitmeler sürdü. Hocaefendi, Ankara’yı kazanan talebeleri bize gönderiyordu.”
Üstad’ın zulmen sürüldüğü Emirdağ’da Cenab-ı Hak şerleri hayreylemiş, hizmetin insan gücünün yetişeceği evlerin temeli atılmıştı. Onun ihlaslı ve sadakat kahramanı talebeleri, Üstad’dan gördükleri güzellikleri bütün insanlığa armağan etmişlerdir… Hepsinden Cenab-ı Hak râzı olsun…
Safvet Senih