ZARRAB ve ÇAĞLAYAN’IN TÜRKİYE’YE EKONOMİK ZARARI
Sayın Cumhurbaşkanı, AKP Hükümeti ve onların yakını olan medya, Reza Zarrab’ın ambargoyu delen transfer işlemlerinin Türkiye’nin zararına olmadığını, hatta ülkenin çıkarına olduğunu iddia etmeleri gerçekleri yansıtmakta mıdır?
Şimdiye kadar Zarrab konusunun Türkiye’de belki de en az tartışılan kısmı bu oldu. Bazıları yolsuzluk, diğerleri rüşvet çarkına odaklanırken, bir diğer tarafta ise AKP hükümeti yetkilileri, Zarrab’ın kurduğu ve Çağlayan’ın, Amerikan iddianamesine göre, adeta liderliğini ve korumalığını yaptığı o ‘çarkın’ gerçekten Türkiye ekonomisine yararı olduğunu savunmaktaydı.
İşin aslı şudur: Zarrab’ın ambargoyu delen transferleriyle Türkiye sadece itibarını zedelememiş ama aynı zamanda çok yüksek bir ekonomik zarara uğratılmış ve buna rüşvetle yol verilmiştir. “Ambargo bizi bağlamaz, biz çıkarımıza bakarız, Çağlayan ülke çıkarına çalıştı vs” denilerek Türkiye’nin zarara sokulmuş olduğu örtbas edilmektedir. Bir yandan ambargo delinirken bir yandan da Türkiye’nin ekonomik zarara sokulmuş olduğu gerçeği toplumdaki batı düşmanlığı eğilimi ile perdelenmektedir.
Her şeyden önce, ABD’nin İran’a uyguladığı ambargo kuralları o dönem Türkiye’ye aslında müthiş ekonomik fırsatlar sunmaktaydı.
İran’ın petrol ve gaz parası, ambargo kuralları gereğince Türkiye’den yani Halkbank’tan, gıda, ilaç ve ziraat ürünlerinin gerçek ihracatları ile çıkış yapmış olsaydı, Türkiye İran’a o dönem, sadece bir yıl içinde (2012-2013 yıllarında) toplam 12 Milyar Dolar tutarında gıda, ilaç veya medikal malzeme satabilecek, İran’ı satın almaya zorlayabilecekti. Aynı zamanda bu ticaret 2015’e kadar aşağı yukarı aynı miktarlarda gerçekleşebilirdi.
Şimdi gelin, eğer Türk hükümeti gerçekten de bu ambargonun kurallarına uysaydı, Türkiye halkına nasıl da büyük yararlar sağlayabileceğine bakalım:
Gıdada ve özellikle ilaç ve medikal ürünlerde katma değer ve kârlılık çok yüksektir. İran gibi kara komşusu bir ülkeye (mal ulaşımının kolaylığı sebebiyle) gıda satışından sağlanacak kârlılık en az %100 ve hatta ürününe göre çok daha fazladır. İlaç ve medikal ürünlerde kârlılık ise %500-1.000’e kadar çıkabilmektedir. ABD’nin koyduğu ve Türkiye’nin de (Halkbank’ın da) uyuyormuş gibi gözüktüğü ancak uymadığı ambargo kuralları tatbik edilmiş olsa, sadece bir yıl içinde (2012-13) İran’dan ithal edilen petrol ve gazın bedeli olan toplam 12 Milyar Dolar meblağında gıda, ilaç, zirai ve medikal ürün İran’a satabilirdi. Böylece Türk çiftçisi, tüccarı ve sanayicisi kazanabilirdi. Bu maksimum kârlılıkla tarım, hayvancılık ve sanayi fevkalade güçlenip, zenginlik geniş bir kitleye yayılabilirdi. (Bugün ülkede tarım ve hayvancılık neden öldü diye hayıflanıyoruz… Halbuki o yıllarda on milyarlarca dolarlık gerçek üretim ve ticaretle kaç hane doyardı ve refah nasıl da bütün ülkeye, ama özellikle Anadolu halkına, toprakçılık ve çiftçilik yapan halka yayılırdı?)
O dönem Akp hükümeti, ambargonun işaret ettiği bu kârlı yöntem yerine, iddia edilen şekilde Zarrab üzerinden ABD’nin finansal sistemini de dolandırmak suretiyle; 1) sıfır vergisi ve katma değeri olmayan altın döngüsü ve 2) sahte belgelerle HAYALİ gıda ticaretini tercih etmiştir.
Yani rüşvet karşılığında ülke yararına çalışmamıştır. Ülke halkı zarara sokulmuştur.
AYNI ALTIN HEM İHRAÇ EDİLİP HEM DE İTHAL EDİLMİŞTİR
ABD savcısının iddianamesinin 22. sayfasında da belirtildiği üzere, İran’ın petrol-gaz fonuyla satın alınan altınlar Türkiye’den Dubai’ye ihraç edildikten sonra yeniden Türkiye’ye ithal edilmiştir. Altının ihracı için Halkbank’taki İran petrol parası kullanılmış, aynı altının ithali için ise İran’ın gibi diğer ülkelerdeki petrol parası kullanılmıştır.
Zarrab’ın bu altın döngüsüyle, İran’ın Türkiye’deki petrol ve gaz ödemeleri, sıfır vergi ve sıfıra yakın kârlılığı olan (ve hatta bazen de zararına) altın ihracatları ile buhar edilmiştir. Sadece TÜİK İstatistiklerini kabartan, yani cari açığı -geçici bir süre- olduğundan daha az gösteren bu altın ihracatının ülkeye hiçbir katkısı olmadığı gibi elde edilebilecek Milyarlarca TL kâr fırsatı da kaçırılmıştır.
Çünkü, birincisi, altının fiyatı dünyanın hemen her yerinde aynıdır. Türkiye’den altın alıp Dubai’de satmanızdaki kârlılık binde 1 civarında ya vardır ya da yoktur. Hatta kur farklılığından bu işlemlerden çoğu zaman zarar da edersiniz. Ancak ambargonun kuralları kapsamındaki gıda, ilaç vs ürünlerde kârlılık en az %100’dür. İlaçta %1.000’e kadar çıkar. İkincisi ise, Zarrab’ın döngüsünde altınlar bir yandan ihraç edilirken bir yandan da ithal edilmiştir. Yani lanse edildiği gibi sürekli bir cari açığı kapama söz konusu değildir.
SAHTE GIDA-İLAÇ TİCARETİ
ABD savcısının iddianamenin 22-29 sayfalar arasında da belirtildiği üzere, İran’ın Halkbank nezdindeki petrol parası, Temmuz 2013’ten sonra sahte evraklar kullanılarak “hayali gıda ve hayali ilaç ihracatları” yöntemiyle aktarılmıştır. Dubai’den İran’a gerçekte olmayan hayali ticarete dair transferlerle Halkbank’taki paralar hiçbir kârlılık olmaksızın Dubai’deki Bank of Baroda’ya transfer edilmiştir. Bu 6 aylık dönemdeki hayali-sahte işlemlerle Türkiye’den çıkarılan toplam tutarı 1,5 Milyar Dolar’dır.
Yani Türkiye, sadece Temmuz 2013’ten sonraki 6 ayda İran’a 1,5 Milyar Dolar tutarında gerçek gıda ve ilaç ihracatı yapabilecekken Zarrab ve komisyonla satın aldığı yetkililer yüzünden bu para Türkiye’den hiç uğruna buhar olmuştur. İddianameye göre Zarrab bunu Çağlayan, Aslan ve ismini henüz bilmediğimiz Türk yetkililerine verdiği rüşvetlerle sağlamıştır. Bu işlemlerle ABD’ye açısından ambargo delinmiştir ama esas ülkemize bakan tarafıyla da Türkiye müthiş ekonomik zarara girmiştir.
(Bu zararı şöyle şematize edebiliriz; varsayalım bakkalsınız, dükkanınızın kasasında size ekmek satmış bir fırıncıya vermek üzere çok yüksek miktarda ödeme (fırıncının parası) var, ambargo kuralına göre fırıncı bu parayı alıp götüremez ama bu parayla sizden (bakkalınızdan) yağ-et-şeker vs satın alıp evine götürebilir. Yani ondan satın aldığınız meblağ kadar kârlı bir şeyler satıp çok iyi bir kazanç sağlayabilirsiniz. Ama bunun yerine sanki bu fırıncı başka bir bakkaldan yağ-et-şeker almış gibi sahte faturalar düzenliyorsunuz ve bu parayı o diğer bakkala fırıncının borcuna mahsuben gönderiyorsunuz. Yani hem ambargoya uyuyormuş gibi gözüküp gerçekte uymuyorsunuz hem de aldığınız ekmek tutarınca bakkalınızdan ürün satabilecekken bu parayı başka bir bakkala fırıncıya elden vermesi için gönderiyorsunuz. Sadece Temmuz 2013 sonraki 6 ayda bile bu şekilde heba olan para 1,5 Milyar Dolar’dır!)
Kısacası, Zarrab’tan alınan rüşvetlerle sadece ambargo delinmemiş, aynı zamanda Türkiye de milyarlarca lira zarara uğratılmıştır. Bugün ABD’de ambargonun delinmesinin hesabı sorulunca, rüşvetle Zarrab’a yaptırılan bu işlemler sanki Türkiye’nin çıkarınaymış gibi “Çağlayan ne yaptıysa ülke çıkarına yaptı” şeklinde sahte milliyetçilik maskesiyle konu çarpıtılmakta, rızkından çalınan çiftçi, tüccar ve sanayici uyutulmaktadır…
EK AÇIKLAMALAR:
*Zarrab’a ait Royal ve Safir firmalarının Halkbank nezdindeki altın ihracına dair transfer bedeli 2012-2013 yıllarında toplam 4.289.545.980,68 TL ve 6.156.955.692,44 EUR dur. (O dönemki kurla yaklaşık 10,5 Milyar Dolar)
Zarrab’a ait Royal ve Volgam firmalarının Halkbank nezdindeki hayali (sahte gıda ve ilaç) transit ticaret işlemlerinde yaptıkları alımlarını Dubai’deki Atlantis Capital General Trading LLC firmasından gerçekleştirmiş gibi göstermişlerdir.
*Temmuz 2013 itibariyle başlayan bu transferlerin toplamı 915.452.531,36 TL ve 720.468.176,71 EUR dur. (O dönemli kurla yaklaşık 1,5 Milyar Dolar)
*Altın ihracatı ve hayali ihracata konu bedellerin toplamı (o dönemki kurla) yaklaşık 12 Milyar Dolar’dır.
Yazının 2. bölümünde Türkiye’nin Zarrab davasında nasıl davranması gerektiği, Çağlayan’ın Halkbank’daki yakın akrabası ve rolü yazılacak.
Yazar: uzun yıllar Türk devlet bankalarında çalışmış, şu anda da bankacılık uzmanlığına devam ediyor. İsmi saklı tutulmuştur.
Washington Hattı